
Çevreye Felsefi Yönelimler / İklim Krizi – Zeynep Süheyla Karataş
Hacettepe Üniversitesi , Felsefe Bölümü , Hocalarımızdan Prof. Dr. Harun Tepe ile röportajımızda
iklim değişikliği , iklim krizi ve iklim eylem planı üzerine konuştuk . Keyifli Okumalar …
- İklim değişikliğinin krize evrilmesine yol açan ne oldu?
İklim değişikliğinin gözle görülür hale gelen sonuçlarının umursanmaması, gerekli
önlemlerinin alınmaması oldu. Uzmanlar 30-40 yıl öncede de küresel iklim değişikliği
konusunda ülkeleri ve dünyayı yöneten siyaset adamlarını uyarmalarına, bunun ne gibi
sonuçlara yol açabileceğini rakamlarla ortaya koymuş olmalarına rağmen siyaset adamları
bunu pek umursamadılar, bunun bir tehlike olduğunu kavrayanlar olsa da, kısa vadeli
çıkarlarını, iktidarlarını sürdürmeyi öncelikli hedef olarak gördüler. Durum artık iklim
krizinden söz edildiği günümüzde de pek değişmiş değil. Kişisel çıkarlar veya “ulusal
çıkarlar” ya da ülkelerin kendi çıkarları ekolojik sorunların önüne konuyor, sanki sıcaktan
kavrulan veya soğuktan donan bir yeryüzünde herhangi bir ülke kendi başına varlığını
sürdürebilirmiş gibi hareket ediliyor. Oysa ki bu yeryüzü, hepimizin üzerinde ortaklaşa
yaşadığı evdir; kimsenin komşudaki hanedeki yangından etkilenmemesi nasıl mümkün
değilse, ekolojik krizden etkilenmemesi, kendini birey ya da ülke olarak bundan sakınması
da mümkün değildir. Bazıları daha erken bazıları daha geç de olsa ekolojik felaketler tüm
ülkeler, tüm insanlar ve canlılar için yok edici olacaktır. - İklim eylem planı nedir? İklim eylem planı için neler yapılabilir?
Başta sera gazları salınımı olmak üzere, küresel düzeyde hava, su ve toprak kirliliğini azaltarak, küresel ısınmanın veya küresel iklim değişikliğinin önüne geçmek, durdurulamazsa da onu yavaşlatmak üzere 2015 Paris Anlaşması çerçevesinde uzmanlar tarafından farklı düzeylerde iklim eylem planları yapılmıştır. Anlaşmayı imzalayan ülkeler iklim kriziyle mücadele ulusal planlarını hazırlayıp, sera gazı salınımını azaltmada ve temiz enerjiye geçişte kendilerine bir yol haritası çizip bunu uluslararası camiaya taahhüt etmişlerdir. Ülkemizde de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. Yalnız ulusal düzeyde değil yerel düzeylerde planlamalar, iklim eylem planları yapılmış İstanbul, Ankara belediyeleri gibi büyük belediyeler iklim kriziyle mücadele eylem planlarının hazırlayıp kamuoyuna duyurmuşlardır.
Bu konuda yapılması beklenen başta ülkelerin üst düzey yöneticileri olmak üzere, yerel ve bölgesel yöneticilerinin de iklim değişikliğiyle ilgili farkındalık yaratmaları, yurttaşların bilinçli davranmalarını sağlamaları ve krizi sona erdirecek veya yavaşlatacak önlemleri almalarıdır. - İklim kriziyle mücadelede bireysel ve toplumsal sorumluluklarımız nelerdir?
Herkes krizin hem öznesi hem de nesnesi olduğundan, herkesin iklim kriziyle mücadelede bazı sorumluluklarının olduğu açıktır. Kuşkusuz küresel iklim krizine yol açanlar bireylerden çok kurumlar, işletmeler, sanayi kuruluşlarıdır. Sera gazı salınımın ana kaynağını da bireylerden ziyade bu kuruluş ve işletmeler oluşturmaktadır. Bu nedenle temiz enerjiye geçişte ana sorumluluk bu kuruluşlarda ve kuruluşların bulunduğu ülkelerin yöneticilerindedir. Krizi önleyebilecek veya yavaşlatabilecek olan onlardır. Fakat bu bireylerin hiçbir öneminin olmadığı, onların hiçbir şey yapamayacakları anlamına gelmez. Her şeyden önce şirketleri ve ülkeleri yönetenler de tek tek kişilerdir, bireylerdir. İşletmeleri ve ülkeleri yönetenler kendi şirket çıkarlarını veya ülkelerinin -bu çoğu zaman kendilerinin çıkarları olmaktadır- çıkarlarına öncelik verir, çevresel sorunları ikinci plana atarlarsa, iklim krizinin de ortak sorumluları olurlar.
Üretim ve yönetim süreçlerinde yer almayan kişilerin de kimi sorumlulukları olduğu, olan biteni fark edip hiçbir şey yapmayan birisinin bu gidişte az ya da çok bir payının, sorumluluğunun olduğu da muhakkaktır. Herkes karbon ayak izini azaltabilir, bu konuda diğer kişilerde farkındalık yaratmak için çalışmalar yapabilir, bu konuda çalışan STK’lara destek verebilir. Fakat burada ana sorunun “daha fazla üretim, daha fazla tüketim, daha fazla kazanç” ilkesiyle hareket eden, çevre yerine kişisel çıkarı esas alan bakış ve buna dayalı kapitalist sistem olduğu gözden kaçırılmamalıdır. İnsan ve insan onuru veya değeri yerine kazanç sağlamayı, kâr etmeyi hedefleyen, insanı tüketim için nesneleştiren üretim süreçleri ve siyasal sistemlerin sorgulanması yapılmadan bu gidişin önüne geçilmesi mümkün görünmemektedir. Daha çok üretim, daha çok tüketim, sonuçta daha çok çevresel felaketle, doğanın geri döndürülemez bir biçimde zarar görmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle tüketim ve lüks çılgınlığı yerini daha doğayla barışık ve daha olanla yetinmeyi esas alan ölçülü bir yaşama bırakmalıdır. - Çevrecilerin çalışma ve fikirleri, çevreci akımların ve çevre etiği anlayışlarının gelişmesinde ne kadar etkili olmuştur?
Çevre hareketinin çevre bilincinin gelişmesinde ve adımların atılmasında etkili olduğu açıktır. Ama aynı zamanda fikirlerin pek güçlü ve etkili olmadığı da açıktır. Herkes çevresel sorunlardan söz etmesine, çevresel sorunların tehlikelerini dile getirmesine karşın, sorunlar devam etmektedir. Zira kişiler etik olarak yapılması gereken ile çıkarları arasında kaldığında kendi çıkarlarına öncelik tanımakta, çevre sorunlarının giderilmesi ancak kendi çıkarlarıyla koşutluk içindeyse onlara destek vermektedirler. Diğer durumda ise kişiler, evet çevre önemli, ama öncelikle ben kendimi, ailemi, şirketimi ve ülkemin çıkarlarını düşünmek zorundayım demekte ve ekolojik sorunları ikinci plana itmektedirler. Bu nedenle bugün yaşanan diğer birçok ekonomik ve politik sorun gibi çevre sorunları da etik sorunlardır. Bu sorunlar ancak insanın hem insan dışındaki canlıları ve cansız doğayı hem de diğer insanları birer meta, üretim zincirinin bir halkası olarak görmekten vazgeçmesiyle, yani etik bakışa sahip olmasıyla çözülebilir. Etik değerlerin çıkarlar karşısında güçsüz olduğu, genellikle çıkarlar karşısında yenik düştüğü bir olgudur; ama insanı ve tüm doğayı felakete sürükleyen iklim krizini durdurmanın, bu konularda etik duyarlılık yaratmak ve harekete geçmekten başka bir yolu da yoktur. Kısa erimli çıkarlara verilen önceliğin uzun erimde insanlığın ve doğanın yok olmasıyla sonuçlanacağını görerek, insanlığın kendi çıkarlarının da doğaya saygı ve doğaya ve insana etik bakıştan geçtiği unutulmamalıdır.
Yazar: Zeynep Süheyla Karataş
Kaynak: Apeiron Dijital Çözümler Felsefe , Sosyoloji , Psikoloji , Sanat , Şiir, Bilim , Edebiyat Dergisi . 2022 . Nisan (3-4)