Bilim nedir? – Shibli Rahmani

Bilim nedir? – Shibli Rahmani

Eylül 3, 2022 0 Yazar: felsefelog

Bilim, yaşadığımız dünyayı anlamak ve keşfetmek için bir dizi gözlem ve bunu temel alan akıl yürütmeler yoluyla yapılan uğraşlara verilen isimdir. Belli durumlar altında uğradığı değişiklikleri gözlemleyerek ve sonrasında bu bilgi parçasının bildiğimiz diğerleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduğuna dair sonuçları şekillendirerek mesela suyun özelliklerini(kaynama, donma, buharlaşma vb.) keşfetme girişimi bilim olarak adlandırılır.

Bilim iki kısımdan meydana gelir:

A)METODOLOJİ

B)FELSEFE

Bu ikisinin önemini kavramak bir disiplin olarak bilimin sınırlarını anlamak için çok mühimdir. Bu nedenle aşağıda bu ikisi hakkında kısa açıklamalar yapacağız.


1.BİLİMİN METODOLOJİSİ: Bilimsel metot, bilimsel aktiviteyi uygulamaya koyarken kullanılan süreçlerdir. Bu, cevapları doğrulamakla birlikte sorular ve konu hakkında öngörülerde bulunmayı da içerir.

Yukarıdaki tanım şöyle açıklanabilir:

Bilimsel Metod Fiziki Dünyaya Odaklanır: Bilim sadece fiziki dünya ile uğraşır. “Fizikî” genelde akıl yoluyla algılamaktan ziyade beş duyu ile algılanan şeyleri ifade eder. Sıcaklık, ışık, insan davranışı, ekosistemler, gezegen hareketleri, kimyasal maddeler doğrudan ya da dolaylı olarak algılanabilmesi sebebiyle direkt olarak bilimin kapsamı içinde bulunan bütün olgular. Diğer yandan, “Hayatın amacı nedir?”, “Ahlakın kaynağı nedir?”, “Ruh var mı?”, “Tanrı var mı?” gibi sorular bilimin faaliyet alanı içerisinde yer almazlar çünkü onlar fiziksel çevrenin bir parçası değildirler, bu yüzden onlar ne alglanabilir ne algılarımız yoluyla yanlışlanabilir olgulardır, onlar uzay-zamanın sınırları dışındaki varlıklardır.

O fizikî dünyayı açıklamayı hedefler: Bilim özel olarak “doğal dünya nasıl çalışır, neyden ortaya çıktı ve nasıl bugün onu gördüğümüz haline geldi” gibi soruları açıklamaya çalışır. “Toprak neyden yapılmıştır?”, “Kalp nasıl kan pompalar?”, “Dış uzaydaki taşlar buraya nasıl geldi?” türünden soruların hepsi bilimsel sürecin bir parçasıdır.

Onun Fikirleri Test Edilebilir Olmalıdır: Bilimin uğraştığı sorular ve hipotezler test edilebilir olmalıdır. Test edilebilirden kastedilen şey onların bir şeyleri ortaya koyabilir olmalarıdır.

a) Eğer doğruysa belirli birtakım sonuçlar

b) Eğer yanlışsa başka birtakım sonuçlar

Örneğin, eğer bir hipotez bir insanın aşık olduğunda kalbinin daha hızlı attığını iddia ediyorsa iddia iki sonuçtan birini ortaya çıkarabilecek bir deney ile doğrulanabilir olmalıdır. Eğer kalp atış hızında bir artış tespit edilirse hipotez doğru olacaktır. Eğer tespit edilmezse hipotez geçersiz olacaktır. Fikir, bir iddiayı doğrulamak veya yanlışlamak için kullanılabilen birtakım sonuçları üretebilme kabiliyetine sahip olduğu için bilimsel olarak geçerlidir.

Şu da belirtilmelidir ki tek bir sonuca güvenmek tercih edilen seçenek değildir. Bir deney farklı bilim adamları tarafından farklı zamanlarda ne kadar çok gerçekleştirilirse bilim gerçeği o kadar çok yansıtır ve daha güvenilir sonuçlar elde edilir.

Bilim test yoluyla edinilen bilgiye güvenir: Bir iddianın sonuçlarını tahmin etmek kendi başına yeterli değildir, onun test edilmesi de gerekir. Belli bir olayın bilgisi ve o olaydan sonra onu takip eden diğer olay sonucu elde edilen bilgiler, sonuca ulaşmak için sırasıyla analiz edilmelidir.

İşte burada bilimsel süreç durur ve bilim felsefesi iş yapmaya başlar. Gerekli veri toplandıktan sonra makul bir şekilde yorumlanmalıdır. Bu anlayış, bilim felsefesinden gelen kavramların uygulanmasıyla elde edilir ancak bilim felsefesinin detaylı izahından önce bilimsel metodolojinin sınırlarından bahsetmemiz gerekir.

Bilimsel Sürecin Sınırları: Bilimsel metot sınırlıdır. Bu, bir bilimsel tartışmanın ulaşabileceği noktanın ötesinde bazı belli konular ortaya çıkarır. Bu yüzden bilimsel metod bu konular hakkında doğru bir anlayış oluşturmak için kullanılamaz. Ancak bu, gerçeğin ve bu tür konuların hakikatinin bilinemeyeceği anlamına gelmez(bu bilimciliğin yanılgısına düşmek olurdu, ki bundan ileride bahsedilecek) Bu yüzden biz kısaca bilimsel metod dışındaki diğer mevcut bilgi edinme usullerinden de yararlanmalıyız.

Bilimin sınırları birtakım nedenler ile açıklanabilir. Bunlardan bazıları şunlardır:

1.) Duyum yoluyla algılama: Bilim sadece genel olarak deneyimlenebilen meseleleri inceleyebilir. Eğer bir şey algılanamıyorsa, o zaman o bilimsel sorgulama alanının dışında bir olgu kabul edilir. Yani Tanrının varlığı gibi bir konu teknik olarak bilimin gözlem alanı dışındadır çünkü Tanrı tanımı gereği yaratılmış evrenin dışında mevcuttur, bu yüzden bizim duyumsal tecrübemizin konusu değildir.

2.) Ahlakilik: Daha önce belirtildiği gibi bilimsel çalışma yalnızca gözlemlenebilir ve fiziksel fenomenlerle ilgilenir. Soyut meseleler üzerine fikir ortaya koyamaz. Gözlemlenebilir bir şekli haiz olmayan şeylerin doğasını -bir kişinin deneyimleri veya ahlaki değerler gibi- araştıramaz. Başka bir deyişle fiziksel dünyanın gözlemlerini temel alarak nasıl iyi ahlaklı bir kişi olacağımız hakkında bir sonuca varamayız. Detaylı bir yağmur döngüsü anlatımı, pembe somonların çiftleşme alışkanlıkları, hücresel biyoloji, güneş patlamaları vs. bize “Masum birini öldürmek kötü müdür?”, “Fakirlere iyilik yapmak iyi midir?”, “Savaş, müdafaa edilebilir mi?”, “Mali tartışmalar nasıl çözüme ulaştırılır?”, “Eşcinsellik yanlış mıdır?” gibi sorularını cevaplamada yardımcı olamazlar. Bilim bu konularda sessiz kalmaya mecbur durumdadır.

3.) Zaman: Bilim direkt olarak geçmiş olayların doğasını araştırmaz. Mesela “Yaşayan ilk organizma neydi?”, “Büyük Patlama’dan önce ne vardı?” vb. sorular teknik olarak bilimin erişim alanı dışında kalırlar. Çünkü –daha önce de belirtildiği gibi- bilim iddialarını doğrulamak için deney yapmaya güvenir. Deneylerin de sadece şimdiki zamanda uygulanması mümkün olduğu için geçmişteki olaylar test edilemezdirler.

Bilim en iyi ihtimalle dolaylı akıl yürütmelere dayalı makul açıklamalar getirebilir ancak onları asla doğru olmak yönünden tasdik edemez.

4.) Metafizik: Metafizik, gerçekliğin nihai doğasını inceleyen felsefe dalıdır.  Eğer epistemoloji bilginin ne olduğu, onu nasıl elde edip doğrulayabileceğimizi inceliyorsa o zaman metafizik de bilgiye sahip olabileceğimizin aslında ne olduğunu inceliyor demektir. Bununla ilgili sorulara şöyle örnekler verilebilir: “Bizim erişebileceğimiz evrensel fikirler, yasalar var mıdır?”, “Evren kaç çeşit maddeden meydana gelir?”, “Benlik var mıdır? Eğer varsa değişme ve zaman içinde kişiliği nasıl sürdürür?”, “Zaman nedir?”, “Uzayın ve içindeki nesnelerin doğası nedir?”, “Varlığın bir amacı var mıdır? Varsa nedir?”

Dolayısıyla metafiziksel sorular derin ve asli bir mahiyettedirler yani cevaplaması zor sorulardır. Bilim bazı metafiziksel soruları araştırma girişiminde bulunabilir. Mesela, evrenin başlangıcı mevzuu kozmolojinin alanı olarak araştırılabilir. Veya Einstein’ın uzayın ve zamanın belli bir süreç içinde birleştiği uzay-zamanın bir fotoğrafını sunan ve ikisinin gerçekliğin iki ayrı yönü olduğunu varsayan geleneksel varsayıma karşı çıkan özel görelilik teorisini ele alalım. Yine de bunlar deneysel olarak incelenebilen metafiziksel soruların birkaçıdır. Muhtemelen çoğu metafiziksel soru test edilebilir değildir ve varsayımlar(mesela, “dünya sadece fiziksel maddeden ibarettir”) veya mantığın(mesela, “aynı özellikteki şeylerin aynı şeyler olması”) bir meselesi olarak ele alınmaları gerekir. Bilimin bu soruları inceleyememesinin sebebi bunların gözlemlenemez fenomenler olmalarıdır.

5.) Zorunlu doğrular: Zorunlu bir doğru gerçeklikte kendisinin zıttına ulaşmadan yanlış olamayacağı ifadelerdir. Onlar doğru olmak zorundadırlar. Mesela;

1. Bütün insanlar ölümlüdür.

2. A kişisi bir insandır.

Sonuç: A kişisi ölümüdür.

3 + 3= 6 veya 6 – 3 = 3 denklemleri de örnek olarak verilebilir.

Yukarıdaki örneklerin hepsinde önce gelen iki ifade göz önüne alınırsa sonuç doğru olmak zorundadır. Mümkün başka bir cevap yoktur. Bu akıl yürütme çeşidi “dedüktif muhakeme” olarak da bilinir.

Şimdi, burada işaret edilmek istenen nokta şu: Zorunlu doğrular, bilimsel gözlemlere dayalı olarak doğru veya geçerli sayılmazlar bilakis zihnimizde mevcut olan mantığımız yoluyla doğru oldukları varsayılır. Sonucun mantıki açından doğru olma zorunluluğunu doğrulamak için herhangi bir gözlem çeşidine ihtiyaç duyulmaz.

Bir kişi iki telefona ilaveten iki telefonun dört telefon edeceği sonucuna dört tane telefon temin edip deney yaparak ulaşmaz. Hayatında hiç telefon görmemiş biri bile kolayca bu sonucu formüle dökebilir.

Bilimsel metot hakkında kısa bir açıklama yapıldı. Bu tartışmanın sonucu şudur ki bilimin metodolojisi bazı sınırlara tabidir. Bu sınırlar bilimin, meselelerin büyük çoğunluğu hakkında yorum yapmaktan aciz durumda olmasına sebep olurlar. Bunları da belirttikten sonra, şimdi bilimin ikinci bölümü olan “bilim felsefesine” değineceğiz.


2 .BİLİM FELSEFESİ: Bilim felsefesi bilimin temelleri, metotları ve iddiasını/anlamını inceleme konusu yapan bir felsefe dalıdır. Bilim felsefesi, “Bilgi bütünüyle nesnel olabilir mi?”den “Bir genin kopyası çıkarılabilir mi?” sorusuna kadar geniş çaplı sorular ve meselelerle ilgilenir. Kabaca, temel sorunlarından bazıları bilimsel teorilerin güvenilirliği ve yapısı, bilimin nihai amacı gibi konulardır.

Bizim ilgimizi çeken şey ise bilim felsefesinin bilimsel metot yoluyla toplanan bilgileri anlamak ve yorumlamak için kullanılan bazı ideolojilere ve varsayımlara bir çalışma alanı sunmasıdır. Çoğunlukla ihmal edilen bu ideolojilerin doğası ile ilgili iki kilit nokta mevcut:

1. Bu varsayımlar var olduğu farz edilen şeylerdir: Bu şu demektir ki, bunlar kapsamlı bilimsel gayretlerin sonucunda sahiplenilmedi. Bilakis zaten önceden bilimle ilgilenenler tarafından doğru kabul edildiler. Bu varsayımların çoğunun sahiplenilmesi bireylerin belli tarihi deneyimlere verdikleri felsefi tepkilerin sayısının bolluğundan kaynaklanır.

2. Farklı varsayımlar farklı yorumlara muhtaçtır: Bir bilim adamının hangi ideolojiye destekleyeceğine bağlı olarak veri aynı kalmasına rağmen farklı anlayışlar elde edilmiş olacak. Bu ideolojiler gözlemlerin kendileriyle yapıldığı bir çift lense benzetilebilir. Sarı boyalı lensler sarı boyalı bir dünya elde eder. Bunun gibi yeşil boyalı lensler ise yeşil bir dünya elde eder.

Bu çeşitlilik gösteren çıkarımların arasındaki ince farklar bizim “kalp atışı artması” deneyimize geri dönülerek gösterilebilir. Önceden deneyi yaptık ve verileri topladık, bizim o verileri anlayış biçimimizi ise bizim uygulamaya döktüğümüz varsayımlar belirleyecek.

“Evrende var olan her şey yalnızca fiziksel maddeden ibarettir, başka bir şeyden değil” görüşünü ifade eden materyalizm doktrinine bağlı olanlar bunu şöyle açıklayacak: Bir kişi aşık olduğunda vücudu kan akışına kalp atış hızını artıran adrenalin ve norepinefrin kimyasalları salgılayacak. Basitçe söylemek gerekirse, fenomen tamamıyla fiziksel maddenin kavramlarıyla açıklandı. Bir zan olarak materyalizm şimdi modern bilimsel düşünce ile kemikleşmiş durumda. Ancak durum her zaman böyle değildi.

Geçmişte Sokrates, Aristo, Platon, St. Thoman Aquinas, Descartes gibi dünyanın fiziksel madde ve zihinsel şeyler olmak üzere iki varlık çeşidini içerdiğini iddia eden düalizme bağlı olanlar vardı. Dualistler artan kalp atış hızını ruh ve zihin gibi fiziksel olmayan fenomenler ile de açıklayabilir.

Dünyanın anlayış ve yorumlanma biçimini etkileyen iki zıt fikir mevcut.

Bilim felsefesinde derinlere indiğimizde onun çoğu varsayımının bilimsel iddiaları bütünüyle belirsiz hale getiren tutarsızlıklarla dolu olduğunu görürüz.)

Bilimsel iddiaların belirsizliği birtakım felsefi problemden kaynaklanır:

Tümevarımın geçerliliği: Tümevarım ve öngörüde bulunma fosil bulguları, insan davranışı, bitkilerin büyümesi vb. bilimsel verileri anlamak için kullanılır ve sınırlı sayıda gözlem örneğini esas alarak varılan sonuçlara dayalı bir akıl yürütme çeşididir. Genelleştirilmiş bir ifade belli örneklere dayanır. Mesela ben on beyaz koyun gözlemledim. Bu yüzden sınırlı birtakım örnekler dizisine dayanarak bütün koyunların beyaz olması gerektiği sonucuna vardım.

Kullanışlı bir düşünce süreci olmasına rağmen tümevarımın problemi sürecin sonucu garanti etmemesidir. Benim on beyaz koyun görmem siyah bir koyunun varlığı ihtimalini ortadan kaldırmaz. Tümevarım ile ortaya konan argümanlar %0’dan %99’a kadar bir olasılık değeri alabilir ancak asla %100’e ulaşamaz. Olası gözlem veya örneklerin sayısı mutlaka ulaşılabilir gözlem sayısını aşacaktır. Bu yüzden argümanların asla kesinliğe ulaşamaması tümevarımın bir problemidir.

Empirizm: Empirizm, rasyonalizme karşı kurulmuş bir felsefi düşünce okuludur. Taraftarları çeşitli noktalarda görüş ayrılıklarında olsalar da hepsi bilginin en nihayetinde duyumsal deneylerden sağlanıp onlar yoluyla doğrulanabileceği inancını paylaşırlar. Bu şu demektir: Bir suje üzerinde beş duyumuz olan dokunma, tat alma, koku alma, duyma ve görme dışında başka bir bilgi kaynağı yoktur. Zihinlerimiz duyularımızın bilginin izlerini kendisinde bıraktığı boş levhalar gibidir.

Eğer bir ifade veya teori gerçekle tutarlıysa bir empirist için bu onun doğruluğunu öğrenmenin tek yoludur. Aksi taktirde bir iddiayı kabul etme zorunluluğu yoktur. Mesela güneşin varlığı onun duyumsal olarak doğrulanabilir olmasından dolayı(sıcaklığı, ışığı vb.) rasyonel olarak teyidi mümkün bir olgudur. Diğer taraftan, Tanrı mefhumu    -bir empiriste göre- duyularla algılanamadığından rasyonel olarak teyidi mümkün değildir.

Empirizm birtakım mantıksal problemler ve sınırlamalar ile karşı karşıyadır. Temel problem bu düşünme çeşidinin yalnızca gözlemlenebilir gerçeklikle ilgili sonuçlara ulaşıp gözlemlenemez gerçeklik hakkında varılabilecek sonucu iptal etmesidir.

Misal olarak gece gökyüzünde dolunayın kalın siyah bulutlarla örtülmesini gözlemleyen bir kişiyi ele alalım. Kişi ayın artık duyu ile algılanamaz olmasından sonra artık onun varlığını kabul etmeyecek midir? Empirist tabi ki böyle saçma bir inkarı aklına getirmeyecektir ancak burada dikkat çekilmek istenen nokta şu ki ayın varlığı inancı artık duyumsal deneyime değil beş duyudan farklı bir bilgi edinme yolu olan mantıksal akıl yürütmeye dayanarak mevcudiyetini korur. Bu kısa örnek empirik bakış açısının birçok tutarsızlıkları içinden sadece birini ortaya koyuyor.

Materyalizm: Bu ideolojiye zaten kısaca değinildi. Varsaydığı şey evrende var olan her şeyin yalnızca fiziksel maddeden ibaret olduğudur. Bu birçok tutarsızlığına rağmen devam eden modern bilimsel düşüncenin temel inancıdır. Problemlerinden biri ise “inatçı gerçek” olarak bilinen şeyin ne olduğudur.

Mesela, A kişisi B kişisini öldürme suçlamasıyla duruyor. Ancak bir şekilde A kişisi cinayet sırasında olay yerinde bulunmadığını kanıtlıyor. A kişisinin yokluğu cinayet suçlamasına karşı bir “inatçı gerçek” olarak sunuluyor.

Materyalizme karşı koyan inatçı gerçeklerden biri insan bilincinin varlığıdır. Ben ne zaman bir insan tecrübesi edinsem –mesela acı- bir bilim adamı benim tecrübemle ilişkilendirilen beynimdeki bir nörokimyasal aktiviteyi izleyebilir. Bu izlemeler yalnızca bir şeylerin gerçekleştiğini gösterir. Ancak benim kişisel tecrübemin aslında nasıl olduğunu açıklayamaz. İki insanın aynı yaradan sıkıntısı olmasına ve beyinlerindeki nörokimyasal tepkimelerin birbirinin tıpkısı olmasına rağmen farklı iki seviyede acı hissetmesi muhtemeldir.

Deneyimler bilincimizin bir uzantısıdır. Eğer bilinç yalnızca fiziksel maddeyi kapsasaydı acının farklı kişilerin deneyimlerindeki farklı versiyonlarını da izleyip açıklayabilmek mümkün olurdu. Böyle bir tespitin olmaması bilincin fiziksel olmayan bir varlık olduğunu gösterir(David Chalmers gibi bazı önemli nörobiyologların da işaret ettiği gibi). Bu yüzden materyalizmin bu geniş varsayımı da tutarsızlıktan kurtulamamış oldu.

Bilimcilik: Bilimcilik bilimsel olarak kanıtlanamayan ifadelerin doğru olmadığını ileri süren bir varsayımdır. Bu varsayım çoğu bilimsel tartışmada açık bir şekilde belirtilmesinden ziyade dolaylı olarak varsayılmıştır. Ancak bilimcilik bilimin kapsamı dışında olan geniş çaplı meselelerden dolayı kısaca doğru değildir. Metafiziksel sorulara cevaplar, ahlaki doğrular ve zorunlu doğruların hepsi başka yollarda aranır.

Her şeyden önemlisi, bilimciliğin tutarsızlığı en iyi kendi varsayımının aksine şöyle gösterilir. “Bilimsel olarak doğrulanamayan tüm ifadeler yanlıştır” cümlesi bilimsel olarak doğrulanabilir değildir. Bu kendi kendini yanlışlayan bir cümledir! Tıpkı “Türkçe’de üç kelimeden uzun bir cümle yoktur.” cümlesi gibi. Bilimciliğin mantığındaki bu bariz kusura rağmen hala bilimsel müzakere ve tartışmalarda bir zan olarak kendisinde ısrar edilir.

Kısa açıklamalarla bilimin temel aldığı anahtar felsefi dayanaklar yukarıda listelendi ki bunlar bir bütün olarak bilimin kesin bilgi üretemeyeceği hakkında bir kanıt halindedir. Bilimin iddiaları çoğu kısmında tahmini ve olasılıksal olarak %0’dan %99’a kadar bir değer alır.

Sonuç: Bilimin iki temel bileşeninin kısa bir analizi yapıldıktan sonra şu sonuca varılır:)

1. Bilimin faaliyet alanı kısıtlıdır çünkü doğası gereği metodolojisinin sınırları vardır.

2. Bilimin iddiaları kesin değildir çünkü bilim felsefesi kesinlik üretmede yeterli değildir.

Bu şu demektir: Bilimsel bir söylem veya olgu başka bir disiplin veya geleneğin iddialarına ters düşerse daha yüksek epistemik değeri olan iddiaya üstünlük verilmelidir. Kabul edilecektir ki bir konu hakkında ilgili bilim dalı ya iddialarında yanlıştır yahut da daha uygun bir açıklama için daha derin bilimsel bir sorgulama ihtiyacındadır.


Çevirmen: Melih Demiralay


Kaynak: Musa ibn Dawood , A Silencing Reply to Atheism , Madrasah Arabia Islamia, Azaadville , 2018 , 44-58.