Johannes Scotus Erigena’nın Doğa Tasarımı ile Spinoza’nın Doğa Tasarımı Arasındaki İlişki – Öznur Sadıkoğlu Aytar

Johannes Scotus Erigena’nın Doğa Tasarımı ile Spinoza’nın Doğa Tasarımı Arasındaki İlişki – Öznur Sadıkoğlu Aytar

Mayıs 20, 2023 0 Yazar: felsefelog

ÖZET

     Bu çalışmada Joannes Scotus Erigena’nın ve Spinoza’nın felsefesinde önemli yere sahip olan doğa kavramının çağrıştırdığı anlam üzerinde durulmaya çalışılmıştır. 17.yy filozofu olan Spinoza’nın doğa anlayışının kendisinden önce orta çağ filozofu olarak bilinen J.S.Erigena’nın doğa anlayışıyla nasıl bir etkileşim içinde olduğunu açıklanmıştır. J.S.Erigena’nın doğa tasarımının ele alındığı ilk bölümde hayatına kısaca değinilip doğa anlayışının kısımları ve doğa anlayışının beraberinde getirdiği Tanrı kavramının derinlikleri üzerinde durulmuştur ardından ikinci bölümde Spinoza’nın hayatına kısaca değinilerek doğa tasarımı ele alınmıştır ve bu doğa tasarımında yaratıcı doğa kavramında neyi kastettiği ve hangi felsefi fikirleri de beraberinde getirdiği açıklanmıştır. Sonuç bölümünde ise mezkur iki filozofun doğa tasarımlarının karşılaştırılması yapılarak Spinoza’nın J.S.Erigena’dan hangi noktalarda esinlendiği sunulmuştur.

Anahtar kelimeler: Johannes Scotus Erigena, Spinoza, doğa, doğa tasarımı, Tanrı

ABSTRACT

In this study, it has been tried to focus on the meaning associated with the concept of Nature, which has an important place in the philosophy of Johannes Scotus Erigena and Spinoza.It is explained how the 17th century philosopher Spinoza’s understanding of Nature interacts with the Nature understanding of J.S. Erigena, who was known as the medieval philosopher before him.In the first chapter,in which J.S. Erigena’s design of Nature is discussed and  his life is briefly mentioned,  the parts of his understanding of Nature and the depths of the concept of God brought along by the understanding of Nature are emphasized. In the second part, Spinoza’s life is briefly mentioned and nature design is discussed. What he means by the concept of creative Nature in this Nature design and which philosophical ideas he brings with it are explained.In the conclusion part, the points at which Spinoza was inspired by J.S. Erigena are presented by comparing the nature designs of the two philosophers.

Keywords: Johannes Scotus Erigena, Spinoza, nature. Natüre design, god

BİRİNCİ BÖLÜM: J. S. ERİGENA ve DOĞA TASARIMI

İrlanda doğumlu olan Erigena öğrenim hayatını da İrlanda da tamamlamıştır. Daha sonra Fransa’ya geçmiştir. Bugün elimizde bulunan ‘Doğanın Paylaşılması Üzerine’ adlı eseri dinsel ve tinsel ögeler içermektedir. Yeni Platonculuğun etkisi altında olan bu eser kendisinin kilise tarafından reddedilmesine neden olmuştur[1].

Erigena Skolastik felsefenin ilk düşünürüdür. Fakat bu çalışmamızda onu önemli kılan özeliği ise felsefi sisteminin bir sentezden oluşmasıdır. Hristiyan olması hasebiyle felsefi unsurlar ile teolojik unsurları bir bütün olarak ele almıştır. [2] Bu sentezin en önemli kavramlarından biri olan doğa kavramını incelediğimizde, ona göre doğa kavramı (physis) var olan ve var olmayan her şeyi içine alır fakat bu varlıklar mutlak varlıklar değildir göreli varlıklardır. Göreli varlıklar olmalarından dolayı duyular yoluyla algılanmayan ve zihinsel olarak düşünülemeyen şeyler de doğa kavramının içinde yer almaktadır.[3]

            Erigena doğa ve doğaya ilişkin açıklamalar yaparken dönemsel ayrımlar yapmıştır. İlk olarak Antik Yunan doğa anlayışını ele almıştır. Ona göre Yunanlılar teolojiden arınmış salt akılla açıklamalar yapmıştır.

İkinci dönem ise Yahudiliğin ve Hristiyanlığın etkisiyle doğa üzerine yapılan açıklamaların vahiy kaynaklı olduğu dönemdir. İlk dönemden farklı olarak sadece akıl ya da sadece vahiy ekseninde değil hem akıl hem vahiy ekseninde doğa üzerine açıklamalar yapılmıştır bu durumla beraber inanç ortaya çıkmıştır.

 Üçüncü dönemde ise akıl ve vahiy birbiriyle bütünleşir tanrının insana vahiy bilgisini vermesinin nedeni her şeyi olmuş hali üzerine kabul etmesini istemesindendir. Bu şekilde ortaya çıkacak iman Erigena’ya göre beraberinde imana uygun bir hayat tarzını getirir en sonunda ise inancı tamamlayan bir akıl ve oluşların üzerinde tanrının bilgisini ve uygunluğunu kabul etmek gelir.4

Doğanın işleyiş biçimini ortaya koymak için ‘doğanın bölünmesi’ kavramını kullanır. Bu bölünme ‘sade’ bir bölünme işlemi değildir. Her bölme kendi içinde tek bir ilkeden sonsuz özel türlere doğru iniş ve sonsuz özel türlerden tek bir ilkeye çıkıştır.

Erigena’nın doğası kendi içinde basamaklardan oluşur. Ve en üst basamakta ‘yaratan ama yaratılmayan doğa’ (natura quae creat et non creatur) yer alır. Bu doğa Tanrıdır. Tanrı’nın özüne ilişkin bilgi elde edilemez dolayısıyla Tanrı hakkında mutlak anlamda bir bilinmezlik söz konusudur fakat bu bilinmezlik insan zihni için söz konusu değildir insan zihni Tanrı’yı mutlak anlamı dışında bilebilir. Tanrı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen insanın herhangi bir şey söylemesi mümkün değildir. Çünkü Tanrı hakkında tanımlayıcı olabilecek herhangi bir sıfat yoktur bununla beraber Tanrı hakkında tenzihi üslupla söylenebilecek sıfatlarda Tanrı için gerçek sıfatlar değildir Tanrı’yı görünüş aleminden ayrıştırarak onun bu alemdeki şeyler gibi olmadığını söylemek bir zandır hatta öyle bir zandır ki zan bile denilemez çünkü Tanrı’nın tenzihi olarak sahip olduğu düşünülen sıfat zaten onu anlatmada yetersizdir.

 Erigena’ya göre var olan her şeyin nedeni Tanrıdır dolayısıyla Tanrı dışında hiçbir şey varlık sahasına çıkamaz. Varoluş süreci Tanrı’dan, Tanrıda ve Tanrıya doğru olur. Dolayısıyla Tanrı her şeyin başlangıç noktası, orta noktası ve son noktasıdır. Yani bütün varlıklar Tanrıdadır bununla beraber bütün varlıklar da Tanrıdır. Ona göre tanrının aynı anda hem aşkın hem içkin olması çelişik değildir. Aksine Tanrının hem aşkın hem içkin olması birbirini tamamlayan bir durumdur. Çünkü tanrı her şeyi yaratırken aynı zamanda her şeyin ta kendisi olur.

Doğa anlayışının ikinci basamağında ise ‘hem yaratılan hem de yaratan doğa’ (natura quae creatur et creat) yer alır. Bu bölüm çok geniş olmasına rağmen insan zihninin kavrayabileceği basamaktır. Bu basamakta nesnelerin ilk nedeni başsız ve sonsuz olan ilk idelerdir cisimlerin ilk modelleridir. Bu doğa kendinden alt basamaklarda olanları, zaman ve mekân içindeki nedensellikleri, cisimlerin olağanı içinde taşıyan biçimden bağımsız olarak maddeyi oluşturur(yaratır). İlk örnekler bütünlük taşırlar ve değişmezler. Tanrı sözü (verbum: logos) ile ilk örnekler aynı zamanı paylaşır fakat nedenleri yaratan tanrıdan gelen ve onun içinde olan Tanrı sözüdür.

 Tanrıdan ilk gelen pay iyiliktir, ikincisi öz (kendisinde), üçüncüsü yaşam (kendisinde) dördüncüsü düşünme-akıl-bilgelik-erdem-hakikat gelir. Aslına bakılırsa ilk nedenler sayıca sonsuzdur. İlk gelenin iyilik olmasının sebebi ise var olmanın ve yaratmanın nedeni tanrının iyiliğindendir. Tanrı yarattıktan sonra varlık verir çünkü o iyidir. İdeler yaratılmıştır ve var olmanın nedenidir. İlk örneklere ilişkin yapılan bu sıralama tamamen bizim zihnimizde olan sıralamadır. Nitekim ilk örneklerin kendi içinde bu şekilde sıralama mümkün değildir. Evet ideler yaratılmıştır fakat buna rağmen yaratıcısıyla belki az belki çok sonsuzluk ilişkisi içindedir. Bu sonsuzluk zamansal olarak tanrının önceliği ve idelerin de tanrıda bulunduklarından dolayı tanrıdan gelen bir sonsuzluktur. Kendilerinin yaratıcı olmayan idelerin mutlak anlamda sonsuz olması mümkün değildir.

Doğanın üçüncü basamağı ise insan ve dünyanın da bulunduğu ‘yaratılan fakat yaratmaya doğa’ (natura quae ceratur et non creat)dır. Doğan varlıkların ve yok olan varlıkların hepsi bu basmaktadır. Bu varlıklar hem hiçbir şeyden hem de tanrı sözünden yaratılmıştır. Hiçbir şeyden yaratıldıkları için başlangıçları bu hiçliktir. Tanrı sözünden yaratıldıklarından dolayı da ilksiz ve sonsuzdurlar.

 Erigena’ya göre cisimler dünyası dört ögeden oluşur Cisimler ortaya çıkarken ilk nedenden en genel cinsler oluşur, sonra yalın cinsler, yalın türler ve en sonunda en özel tür (birey) oluşur. Bu şekilde zincirleme bir oluş gerçekleşir.

İlk nedenler(tözler), türler içinde düşünülür fakat bu türler bireylerin bölünmemiş (bütün) hali değildir. Töz kendi içinde cinsler ve türler halinde bir bölünme gerçekleştirir. İşte tözler bölünmüş olan bu cinslerin ve türlerin içinde bir bütün olarak bulunur. Fakat bu bütün olarak bulunan töz hepsinden aşkındır dolayısıyla bireyler içinde, türler içinde ya da cinsler içinde kavranamaz. Ayrıca sonlu olan şeyin tanımının yapılması için yer ve zaman kategorilerine göre yapılması gerekir bundan dolayı yer ve zaman kategorisinin mantıksal olarak cismin özünden daha önce gelmesi gerekir. Cisimler dünyasına geçiş gerçekleşirken bir cisimsel-ruhsal ara öge oluşur. Töz cisimden bağımsız olmakla beraber ileneksel dokuz kategori (nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, konum, iyelik, etkinlik ve edilginlik) de cisimden bağımsızdır. Misal nitelik cisimden bağımsızdır, çünkü gözle görülemez ve dokunulamaz oysa bir şeyin nitelikli bir cisim olabilmesi için gözle görülen ve dokunulan şey olması gerekir. Cisimden bağımsız bu kategorilerin cisme entegre olması ise Erigena’ya göre şöyledir; cisim denilen şey cisimden bağımsız şeylerden oluşmuştur. Zaten cisimden bağımsız olan bu kategorilerin birleşimi sonucu cisim meydana gelir. Dolayısıyla mezkûr kategorilerin birleşimi sonucu ruhsal gerçeklikten çıkılarak maddesel gerçekliğe geçilir. Ayrıca Tözün gerçekliği cismin içinde neredeyse yok denilebilecek kadar kaybolmuştur.

Cisimler dünyası denilen yani doğanın bu üçüncü bölümünde insan özel bir yerdedir. İnsanın tözü Tanrı’da sonsuz sayıda bulunan insan ideasıdır. İnsan dünyadaki en edna ve ulvi özellikleri kendinde toplayan ruh ve bedenden oluşan küçük bir evrendir. Yaratılmış olan dünyadaki her şey insanda görülür. Doğanın da bir özelliği olan düşünme yetisine sahiptir. Akıl sahibi olduğu için meleklere, işitebildiği bildiği için hayvanlara, bitkisel hayata girebildiği için bitkilere benzer. İnsan her ne kadar ruh ve bedenden oluşsa da özü ruhtur. Hatta Erigena bu düşüncesini şu cümlesiyle ifade eder: ‘ruh biziz ama beden biz değildir.’

 Ona göre insan ruhu üç döngü içindedir. İlki duyular olan ve cisimler dünyasına yönelik olan döngüdür. İkincisi düşünsel döngüdür, dünyayla ilişkili fakat Tanrı’ya dönük. Üçüncü döngü ise sonsuz aşkınlık olan ve sadece Tanrı’ya yönelik olan döngüdür.[4] Son döngünün içinde olan insan kendi doğasının sahip olduğu sınırları aşar fakat bu aşmanın gerçekleşmesi için Tanrı lütfuna ihtiyaç vardır. Yani tanrını lütfetmesiyle insan aşkınlığa ulaşır. Ruhla bütünleşmiş insan başlangıçta bedenle de bütünleşmiştir ve sadece kendine yoğunlaştığı için de düşmüştür (Tanrıdan uzaklaşmıştır). Aslen insan Tanrı’ya benzer ve ona yakın bir bicinde yaratılmıştır fakat zamanla tanrıdan uzaklaşması onu Tanrı’ya benzer olmaktan da uzaklaştırmıştır. Fakat insan böyle kalmamalı ilk haline geri dönmelidir bu ise yeniden Tanrı’ya yakınlaşmakla yani yeniden ona benzemekle mümkündür. Bu özel bir çabadır.

Tanrı’ya yeniden benzeme çabası çeşitli merhalelerden geçmekle mümkündür. İlk olarak kendisini oluşturan dört ögeden arınacak daha sonra yeniden doğuşla herkes kendi beden bütünlüğüne dönecektir. Yani beden denilen şey artık ruh olacaktır. Bununla beraber insanın diğer doğaları da ilk nedene (Tanrı Tözüne) dönecektir, her şey nedenleriyle birlikte Tanrı’ya doğru bir yolculuğa başlayacaktır. İşte o zaman tanrı her şeyin içinde ve her şey olmuş olacaktır. Dolayısıyla Tanrı dışında hiçbir şey olmayacaktır. Bu durumun gerçekleşmesi insanın nihai mutluluğu anlamına gelmez çünkü insanın nihai mutluluğu ile tanrının sonsuz hakikati arasında aşılamayacak bir uzaklık vardır. Çünkü Tanrı yeryüzü yaşamının ötesindedir gelecekteki muhtemel yaşamın ve sonsuzluğun da ötesindedir. Bu aradaki uzaklığı aşabilecek hiçbir süreç yoktur.

Doğanın dördüncü basamağında ise ‘yaratılmamış ve yaratmayan’ (natura quae non creatur et non creat)dır. Bu son basamak artık bir dönüştür ve Tanrıdır bu süreç içinde insan özel bir yere sahiptir. Fakat kastedilen evrensel bir dönüştür. Var olma oluşu tanrıdan çıkıp her tarafa yayıldıktan sonra doğada gizemli bir dönüşle tekrar kendi kaynağına dönerler. Böylelikle doğa dairesel hareketle sona erdiği yerde yeniden başlangıcına dönmüş olur ve son başlangıç ile birleşir dolayısıyla doğa başsız ve sonsuz olmuş olur. Sonun başa, başın ise sona dönüşmesi halinde görünen dünya silinmiş olur. Bu süreçte cisimler dünyasının ruhlar dünyası içinde erimesi kaçınılmazdır. Ve süreçte daha önce var olan ilineksel ayrımlar yok olur her tür öznellik (bireysellik) ortadan kalkar bu durum da yaratan ve yaratılan aynı şey olur. Fakat bu durum yaratılmış olanlarda bulunan yaratılış tözlerinin sıfıra inmesi demek değildir. Aksine yaratılmışların daha yüksek bir varlık versiyonuna geçmeleri demektir.[5]

 İKİNCİ BÖLÜM: SPİNOZA ve DOĞA TASARIMI

Spinoza Amsterdam’da Portekizli Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Ailesi engizisyondan kaçarak İspanya’dan Hollanda’ya sığınmıştır. Babasının isteği üzerine haham olmak için Amsterdam’da bulunan yüksek Yahudi okulunda ilahiyat eğitimi almıştır. Yahudi edebiyatı, felsefesi ve ilahiyatı alanında derin bilgi birikimine sahip olmuştur.[6] Yahudi geleneğiyle eğitilmiş olmasına rağmen Spinoza kısa süre sonra Ortodoks Yahudi ilahiyatını ve kutsal yazıları kabul etmediğini söyleyerek bundan dolayı 24 yaşında iken Yahudi cemaatinden kovulmuştur.[7] Bu çalışmada Spinoza’nın daha çok doğa tasarımı ve beraberinde gelen felsefi fikirleri ele alınacaktır.

Spinoza düşünce sisteminde ontoloji, epistemoloji ve etik konularının temelini Töz kavramı üzerine bina etmiştir. Dolayısıyla ona göre varlık kavramında ele alınan Töz ile Tanrı kavramında ele alınan Töz aynıdır/birdir. Varlığı kendinde olan ve olması zorunlu olan şey olarak düşünür.[8] [9]

 Ayrıca var olanlara dair görüşleri ise sadece görünüşlerden ibarettir. Ona göre var olanlara ait olan modusları ve sıfatları ayrı bir varlık alanı içinde değerlendirmez Modusları ve sıfatları var olanın görünüş formları olarak kabul eder. Spinoza’ya göre varlık zorunlu ve bağımlı olarak ikiye ayrılır. Zorunlu varlık kendinde olan ve kendi başına var olabilendir nitekim töz budur. Bağımlı varlık ise aslında ‘var olandır’ kendisinde olmayan ve kendi başına var olamayandır bu da moduslardır.

 Varlığı bu şekilde kategorize ettikten sonra Spinoza’nın Tanrı anlayışına baktığımızda Tanrı(deus) ve Doğa(natura) aynı anlama gelmektedir. Dolayısıyla tanrı doğadan doğa tanrıdan ayrı değildir bu ikisini özdeş olarak kabul eder ve felsefi sistemini de ifade ederken tanrı kavramı yerine doğa kavramını kullanır ve bu kullanım onun felsefi sistemindeki herhangi bir bozulmaya sebep olmaz. Spinoza’ya göre doğaya ait olan her şey yüklemlerden ve sonsuz sıfatlardan ibarettir ayrıca kendi türünde yetkin olan bu sonsuz sıfatlardan oluşan doğa tanımı ile tanrı tanımı birebir örtüşür. [10]

Varlığın özünü ve tanrını özünü özdeş olarak kabul eden Spinoza’ya göre tanrının var olanlarla ilişkisi nedenler teorisiyle açıklanır. Var olan şeyler var olmak için bir nedene ihtiyaç duyarlar ve bir neden sonucu ortaya çıkan bir şey aynı zamanda başka bir şeyinde nedeni olabilir. Nedenler zinciri olarak görülen bu düşünceyi Spinoza elbette sonsuz nedene kadar götürmez. Böylece ontolojik bir sorun oluşumunu engellemiş olur. Bu durumda varlık zincirinin ilk halkasın tespit etmek gerekir yani ilk nedenin ne olduğu sorusu sorulmalıdır. Spinoza’ya göre ilk nedeni mantıksal olarak bulmak zorunludur. Ve bulunan bu nedenin kendi başına var olması ve diğer var olanların ise ona bağlı olması gerekir dolaysıyla bu sadece Tanrıdır. Tanrı hem kendisinin hem de kendisinden başka her şeyin nedenidir.

 Spinoza’nın Tanrı anlayışında verilen özeliklerin Tanrı dışında doğada aynı nitelikte başka bir şey mevcut değildir bu durum doğa ve tanrı fikrinin farklı olduğunu gösterse de aslında farklı değildir çünkü Spinoza’ya göre Doğa’da tek töz vardır ve bu töz Tanrı Tözü ile özdeştir dolayısıyla doğada Tanrı’dan başka bir şey yoktur.

Spinoza’ya göre tanrı zorunlu olmakla beraber var olmaması düşünülemeyendir çünkü Tanrı’nın özü varlığı kuşatmıştır. Nitekim bir şeyin yokluğunun düşünülmesi o şeyin tözünün olmadığı anlamına gelir oysa Tanrı da Töz vardır ve onun var olmaması düşünülemez dolayısıyla var olmak Tanrı kavramına aittir. Spinoza’nın varlık anlayışında varlık açık ve seçik olarak algılanır ve bu algı var olan ve var olabilecek her şey için geçerlidir.  

Spinoza’nın Tanrı anlayışının bir diğer önemli noktası ise kendisinin insan biçimci tanrı anlayışına karşı çıkmasıdır. Tanrı’nın tabiatı ile insanın tabiatını birbiriyle karıştırıp Tanrı’yı insan üzerinden anlamaya çalışan düşünürleri Spinoza yanlış akıl yürütme yapmakla eleştirir. Kendi kendisiyle var olan ve başka bir şeye ihtiyaç duymayan Töz sahibi bir varlık kendi sebebi olmayan ve kendinde olmayan bağımlı bir varlık özellikleri üzerinden düşünülemez ve tam bir tanrısal kavrayışa ulaşamaz. Dolayısıyla tanrıyı tam olarak kavrayamamış olan insanlar tanrıyı insanda bulunan duygular ile kavramaya çalışacaktır beraberinde Tanrı’yı insan gibi düşünüp çeşitli duygular yükleyip onu ödüllendiren ve cezalandıran bir yargıç gibi tasarlamalarına neden olacaktır. Oysa Tanrı’nın doğası bu betimlemelerden çok farklıdır.

 Spinoza’ya göre tanrı her biri kendi türünde sonsuzca yetkin olan sonsuz sıfatların yüklendiği bir varlıktır. Ona göre tanrı hiçbir şey olmadığına göre sonsuz sıfata sahip olabilir çünkü hiçbir şey olsaydı sıfatsız olurdu zira hiçbir şeyin hiçbir sıfata sahip olmaması gerekir. Tanrı da ise her şeyi barındıran ve herhangi bir özü ifade eden her şey mevcuttur bundan dolayı tanrıda herhangi bir yetkisizlik ve sınırlılık söz konusu olamaz.

Spinoza tanrı yerine doğa tabirini kullanmakla beraber doğayı iki başlık altında inceler bunlardan ilki yaratıcı doğa (Natura Naturans) ikincisi ise yaratılmış doğa (Natura Naturata)

Spinoza’ya göre yaratıcı doğa Tanrı’yı ifade eder dolayısıyla yaratıcı doğa kendisinden başka bir şeye ihtiyaç duymaz ayrıca kendisini açık ve seçik bir şekilde kavrar. Yaratılmış doğa ise tümel ve tekil olmak üzere ikiye ayrılır tümel olanlar doğrudan Tanrı’ya bağlıdır ve yaratılmış doğa kendisini kavrayamadığı için bir töze ihtiyaç duyarbundan dolayı yaratılmış doğadan tek tek varlıkların meydana gelmesi tümel etkileşim ile mümkündür.

 Spinoza’ya göre yaratıcı doğada bulunan nesnelerdeki hareket ve etki gücü, canlılardaki üreme, büyüme, hissetme gücüdür yani onlara varlık ve doğa kazandıran bir güçtür. Yaratılmış doğa ise bütün nesnelerin ve canlıların toplamıdır. Spinoza doğayı etkin (yaratıcı doğa) ve edilgin (yaratılmış doğa) olarak ikiye ayırsa da bu ayrım dışında aralarında bir fark olmadığını belirtir. Bu ayrım tanrı ve varlık arasındaki ilişkiyi ifade etmek için olsa da aynı zamanda varlık ile var olanın ayrımını da ortaya koyar. Var olan yaratılmış doğayı ifade ederken varlık ise yaratıcı doğayı ifade eder. Spinoza’nın başka bir ayrımı ise doğayı aktif ve pasif olarak ayırmasıdır. Ona göre yaratılmış doğa pasif olmayı temsil eder yaratıcı doğa ise aktif olmayı. Aktif ve pasif ayrımında Tanrı ise hem aktif olmayı ifade eder hem de pasif olmayı ifade eder. Çünkü Tanrı kendi kendisini var etme durumunda olduğundan dolayı hem var olandır hem varlıktır. Dolayısıyla aktiflik ve pasiflik Tanrı için aynı şeydir.

Spinoza felsefesinde tanrının bilinmesi ve algılanması için sıfatlarının bilinmesi gerekir nitekim ona göre tözün bilinmesi sıfatların bilinmesine bağlıdır. Ve sıfatlar tözün özünü ifade eder dolayısıyla bir şeyin ne kadar varlığı ve gerçekliği varsa o kadar sıfatı vardır. Ve töz ile sıfat aynı anlamda kullanılır. Spinoza’ya göre tanrı ezeli olduğu gibi onun sıfatları da ezeli ve değişmezdir. Fakat sıfatlar kendi kendisine var olamayan ancak tasarlanan bir şey olarak ele alınır. Spinoza’nın felsefi sisteminde sonsuzca sıfatlar ve moduslar vardır.

 Modusların ne olduğu ise şöyle açıklanır: moduslar aslında töz ve tözün halleridir. Var olmak için başkasının varlığına bağımlıdırlar ve tözün doğası gereği tözden sonra gelmeleri gerekir. Yani moduslar kendisinde değil başkasında bağımlı olarak var olandır. Bu bağlamda moduslar tikeller ile ilişki içinde anlaşılır. Çünkü sıfatlar gibi sonsuz ve tümel ilişkisi içinde değildir. Spinoza’ya göre moduslar tözden varoluşsal açıdan farklıdır ancak tözün algılanmasını sağlayan sıfatlar tarafından meydana gelirler Spinoza’ya göre töz ile sıfatlar arasında bir ilişki olduğu gibi moduslar ile sıfatlar arasında da bir ilişki vardır ve evrende var olarak kabul ettiğimiz her şey tözün farklı modusları olarak görülür.

 Spinoza’nın modus anlayışı beraberinde tanrının değişmezliği fikrini de getirir çünkü tanrını değişmezliği moduslar üzerinden şekillenir Spinoza’ya göre tanrıda değişim söz konusu değildir onun özünde değişimden ziyade bir takım çeşitlenmeler olabilir bunun sebebi ise tanrı sonsuz ve zorunludur onda değişimin ve dönüşümün olması mantıksal açıdan imkansızdır ayrıca evrende tanrıdan başka daha yüksek ve daha yetkin bir varlık yoktur dolayısıyla evrende var olan her şey aslında tanrının varlığının farklı görünüşlerinden başka bir şey değildir. Spinoza’nın Tanrı anlayışı bu noktada içkin ve etkin bir tanrı şeklini alır. Ve ona göre doğal olanlar aşkın nedenlerle değil içkin nedenlerle açıklanır yani var olan ve ortaya çıkan her şeyin ya doğanın bir parçası olduğu ya bul edilir ya da Tanrı’nınki doğa ve Tanrı burada özdeştir.[11]

 SONUÇ

Felsefe dünyasından çok önemli yeri olan doğa kavramı üzerine J.S Erigena ve Spinoza’nın fikirleri incelendiğinde Spinoza’nın kendisinden önce yaşamış ve doğa üzerine çeşitli düşünceler öne sürmüş olan Erigena’dan beslendiğini söyleyebiliriz.

İlk olarak Spinoza doğa kapsamı yaparken varlığın tamamını kastetmesi Erigena da ki doğa kapsamında var olan ve olmayan her şeyi içine almasına karşılık gelir.

Erigena doğanın işleyiş biçimini ortaya koymak için doğanın bölünmesi kavramını kullanılır bununla amaçladığı her bölünmenin kendi içinde tek bir ilkeden sonsuz türlere doğru iniş ve çıkıştır bu kavramın Spinoza’daki karşılığı ise doğaya ait olan her şeyin yüklemlerden ve sonsuz sıfatlardan ibaret olmasıdır.

Ayrıca Spinoza felsefesinde karşımıza çıkan zorunlu Tanrı anlayışı onun felsefi sistemine göre her ne kadar varlığın ta kendisi olduğu için açık ve seçik bir şekilde ortada olduğu için kabul edilse de Eretna’nın da vahiy bilgisinden gelen zorunlu olarak varlığı inkâr edilemeyecek olan ve vahiy bilgisine göre açık ve seçik olan bir Tanrı anlayışı benzerlik gösterir.

 Erigena da her şeyin tanrıdan başlayıp ve tanrıda son bulması ve Tanrı dışında kalan hiçbir şeyin olmaması fikri Spinoza da tek töz olarak tanrının kabul edilmesi ve var olan her şeyde bu tözün olması fikrinin temelidir.

Erigena doğayı kategorize ederek yaratıcı gücü ve yaratılmış olanları sistemli şekilde sunar. Spinoza da doğayı zorunlu varlık ve ona bağlı olan bağımlı varlık olarak sistematize ettikten sonra zorunlu varlığı her şeyin yaratıcısı olarak kabul eder, bağımlı varlığı ise var olması zorunlu olana bağlı olan varlık olarak adlandırarak Erigena’nın sistematik ayrımından neredeyse ince nüanslarla ayrılan bir ayrım ortaya koyar.

İki filozof içinde önemli bir diğer nokta ise tanrı hakkında konuşmak, onu anlamak ve algılamak noktası. İki düşünüre göre de insan zihninin sınırları ile yapılan tanımlamalar ve algılamalar yetersiz olmakla beraber tanrının gerçek doğasıdan uzak tanımlamalardır. Erigena’ya göre tanrıyı tanımladığımızı düşündüğümüz her şey onun hakkında bir zandan ibaret olarak görünür ve tanrının ne olduğu ya da ne olmadığı hakkında herhangi bir sıfat eksenli tanım yapmak doğru değildir. Spinoza ise Erigena’nın bu fikrini biraz daha geliştirip tanrıyı insani zihninin verdiği yetiler ile düşünmek, onu bu sınırlara göre tanımlamak onun doğasına aykırıdır ve insan biçimci tanrı anlayışını ortaya çıkarır diyerek o da Tanrı’nın bu şekilde tanımlanmaması gerektiğini savunur. Fakat yine de iki düşünüre göre tanrı bilgisine ulaşmak mümkündür Erigena’ya göre insan zihni Tanrı’yı mutlak anlamın dışında bilebilirken Spinoza’ya göre tözlerin sahip olduğu sıfatların bilinmesiyle bilinebilir.


Yazar: Öznur Sadıkoğlu Aytar


Dipnotlar:

[1] E.V. Aster, ’İlkçağ ve Orta çağ Felsefe Tarihi’, s.384.

[2] A. Cevizci, ‘Felsefe Tarihi-2 Orta çağ Felsefesi’, s.431.

[3] B. Çotuksöken;S. Babür , ‘Orta çağda Felsefe’, s.124.

[4] B. Çotuksöken;S. Babür , ‘Orta çağda Felsefe’, s.127.

[5]  B.Çotuksöken ;S. Babür , ‘Orta çağda Felsefe’, s.129.

[6] M. K. Arıcan, ‘Spinoza Felsefesi Üzerine Yazılar’

[7] F.Copleston,’ Spinoza’,s.8.

[8] A. Gültekin, ’Spinoza Ontolojisi Bağlamında Yapay Zekânın İmkânı’,2021

[9] Özü varlığı kuşatan, başka deyişle tabiatı ancak var olarak tasarlanabilecek olan şeye, kendi kendisinin nedeni (causam sui) diyorum. (Spinoza Etika s31)

[10] Cevherde onun özünü meydana getirmek üzere algıladığımız şeye sıfat (ya da yüklem) diyorum. (Spinoza Etika Tanım IV) Mutlak olarak sonsuz bir varlığa yani sonsuz sıfatları olup başsız ve sonsuz özü bu sonsuz sıfatlarında her biriyle ifade edilmiş olan cevhere Tanrı diyorum (Spinoza Etika Tanım VI).

[11] A. Gültekin, ’Spinoza Ontolojisi Bağlamında Yapay Zekânın İmkânı’,2021

KAYNAKÇA

A. Cevizci, ‘Felsefe Tarihi-2 Orta çağ Felsefesi’

A. Gültekin, ’Spinoza Ontolojisi Bağlamında Yapay Zekânın İmkânı’,2021

B.Çotuksöken ; S. Babür , ‘Orta çağda Felsefe’

F.Copleston,’ Spinoza’

M. K. Arıcan, ‘Spinoza Felsefesi Üzerine Yazılar’2015

Spinoza , Etika ,2011