
Kierkegaard’ın Yaşamı – William McDonald
Kierkegaard oldukça sıradan bir yaşam sürdü. Nadiren doğduğu şehir olan Kopenhag dışına çıktı ve dört kez Berlin’e ve bir kez de İsveç’e olmak üzere toplamda yalnızca beş kez yurtdışına seyahat etti.
Başlıca eğlence aktiviteleri tiyatroya gitmek, Kopenhag sokaklarında sıradan insanlarla sohbet etmek ve kırsal alana kısa at arabası gezileri yapmaktı. Prestijli bir erkek okulunda (Borgerdydskolen) eğitim gördükten sonra Kopenhag Üniversitesi’nde felsefe ve teoloji okudu. Üniversitedeki öğretmenleri arasında F.C. Sibbern, Poul Martin Møller ve H.L. Martensen bulunmaktaydı.
Sibbern ve Møller, aynı zamanda kurgu yazan iki filozoftu. Özellikle Moller, Kierkegaard’ın felsefi-edebi gelişiminde büyük bir etkiye sahiptir. Bir başka hocası Martensen de Kierkegaard üzerinde derin bir etkisi oldu, ancak büyük ölçüde olumsuz bir şekilde.
Martensen sıkı bir Hegelciydi ve Danimarka Halk Kilisesi’nin Başpiskoposu olduğu zaman, Kierkegaard Martensen’in teolojik görüşlerine yönelik şiddetli bir reddiye yayınladı. Ne var ki Kierkegaard’ın kardeşi Peter ise, Martensen’in takipçisiydi ve kendisi de aynı yolu takip ederek bir piskopos oldu.
Kierkegaard, Martensen’i başlıca entelektüel rakiplerinden biri olarak gördü. Martensen, Kierkegaard’dan sadece beş yaş büyük olmasına rağmen Kopenhag Üniversitesi’nde dersler veriyordu. Ayrıca, Faust hakkında bir kitap yayınlayarak Kierkegaard’ın ilk büyük edebi projesini sekteye uğrattı. Kierkegaard; Don Juan, Faust ve Ahasuerus (dolaşan Yahudi) adlı üç büyük ortaçağ figürü üzerine bir proje geliştirirken, Martensen’in Faustus hakkındaki kitabı çıktığında kendi projesini terk etti, ancak daha sonra yaptığı çalışmanın büyük bir kısmını Either/Or’a dahil etti.
Kierkegaard’ın hayatındaki bir başka önemli figür ise Kopenhag’ın edebiyat öncülerinden J.L. Heiberg’di. Heiberg, Hegelciliği Danimarka’ya getiren kişi olarak bu alanda diğer herkesten daha fazla aktif olmuştur. Kierkegaard, Heiberg’in edebiyat çevresine girmek için büyük enerji harcadı, ancak Master tezi olan The Concept of Irony’de görüşlerini netleştirdikten sonra vazgeçti. Kierkegaard’ın ilk önemli yayını olan From the Papers of One Still Living, büyük ölçüde Heiberg tarzı estetiği açıklamaya yönelik bir girişimdir; bu estetik, Hegel’in estetiğinin değiştirilmiş bir versiyonudur.
From the Papers of One Still Living, Hans Christian Andersen’in romanı “Only A Fiddler”ın eleştirel bir incelemesi olup, Kierkegaard burada Andersen’i, birinin gerçek bir romancı (Romandigter) olması için gerekli olduğunu düşündüğü karakter gelişimi (Livs-Udvikling) ve yaşam görüşü (Livs-Anskuelse) yönlerinden yoksun olmakla eleştirir.
Kierkegaard’ın yaşamı, birçok yazarın aksine eserlerinde daha fazla yer almasıyla ön plana çıkar. Zaten Hegelcilik’e yönelik eleştirisinin büyük bir bölümü de Hegelcilerin günlük yaşamlarından soyutlanmış olmasıdır. Bu varoluşçu eleştiri, bir filozofun yaşamı ve çalışmalarının nasıl birbiriyle çeliştiğini göstermekte yatar. Kierkegaard, bu eleştiri biçimini, filozofları entelektüel ürünlerinden ziyade yaşamlarına göre değerlendirme fikrini temel alan Antik Yunan düşüncesinden türetti. Kierkegaard’a göre Hristiyan ideal, bireyin varlığının tümünün Tanrı tarafından edebi anlamda değerlendirilmesi temelinde olduğundan daha doğrudur. Elbette bir yazarın eseri, varlığının önemli bir parçasıdır, ancak yargılama amacıyla sadece bir kısmına değil, tüm yaşamına odaklanmalıyız. Aynı Tanrının insan yaşamının tümüne baktığı gibi.
Daha soyut olmayan bir anlamda, Kierkegaard’ın biyografisini anlamak, yazılarını anlamak için önemlidir çünkü yaşamı, eserlerindeki pek çok kaygı ve tekrarlanan meselelerin kaynağıdır. Varoluşçu yönelimi nedeniyle, çağdaş teorideki saptamalarının çoğu, kendi yaşamındaki olaylarla başa çıkma aracı olarak da işlev görür. Özellikle Kierkegaard’ın babası ve nişanlısı Regine Olsen ile ilişkileri eserlerine egemendir. Kierkegaard’ın takma adı Johannes Climacus, Sokrates hakkında “tüm yaşamı kendisiyle kişisel meşguliyettir ama sonra birden bir irade gelir ve ona dünya tarihi önem katar” der. Benzer şekilde, Kierkegaard kendini, kişisel olarak kendisiyle meşgul olan ve İlahi İrade tarafından evrensel öneme dönüşen “tekil evrensel” olarak gördü.
Kierkegaard’ın annesiyle ilişkisi, eserlerinde görünmez olduğu için en az yorumlanan ilişkidir. Annesi, yayımlanan eserlerinde veya günlüklerinde doğrudan bir şekilde bahsedilmez – hatta öldüğü gün bile. Ancak, dolaylı iletişime ve görünmezliğin göstergebilimine bu kadar önem veren bir yazar için, bu yokluğu önemli kabul etmeliyiz. Johannes Climacus, Concluding Unscientific Postscript’te şöyle der: “… her yerde bulunan bir varlığın, görünmez olmasıyla tanınabilir olması ne kadar aldatıcıdır.” Kierkegaard’ın annesi yokken, ana dili (Modersmaal – “anne” ve “ölçü” kelimelerinden türetilmiş etimolojik olarak) neredeyse her yerde mevcuttur. Kierkegaard, Danimarka diline derinden aşık olmuştu ve yazılarında ana dilinin güçlerini, Latince ve Almancanın istilacı, emperyalist etkilerine karşı savunmaya çalıştı. Hatta Kierkegaard, Socrates’e sürekli atıfta bulunan İroni Kavramı Üzerine felsefe tezini Danca yazmak için kraldan izin almak zorunda kalmıştı. İzin verilse bile, tezini halka açık olarak Latince savunması gerekiyordu. Latince, Avrupa çapında bilim ve bilgi için ortak dil olmuştur. Danimarka’da, Kierkegaard’ın zamanında, Alman dil ve kültürü de bilgi üretiminde Latince kadar baskın olmuştur. Buna rağmen, Kierkegaard ana diline hayrandı ve Danimarka dilinde en güzel şairane düzyazıları yarattı
Genel olarak, metafor olarak Danca dilini Kierkegaard’ın annesine olan bağı olarak kabul edebiliriz; buna karşılık Latince ve Almanca, özellikle sistemli bilgi ve bilim (Videnskab) alanında kullanıldığında, bir baba otoritesini anımsatır.
Kierkegaard’ın babasının eserlerine olan etkisi sıklıkla belirtilmiştir. Kierkegaard, babasının melankolisini, suçluluk ve endişe duygusunu, Hristiyan inancının kasvetli dindarlığını, felsefi argüman ve yaratıcı hayal gücü yeteneklerini miras aldı. Ayrıca Kierkegaard’ın serbest yazar olarak hayatını sürdürmesine olanak tanıyan şey babasının servetinin bir kısmını miras olarak almasıdır. Kurbanlık baba/oğul ilişkileri, miras alınan günah(Original Sin), tarihin yükü ve Postscript konularının merkezinde yer alması, Kierkegaard’ın eserlerinde birçok kez tekrarlanır. Babanın suçluluk duygusu o kadar büyüktü (Tanrı’yı lanetlediği için mi? yoksa Kierkegaard’ın annesini evlilik dışı hamile bıraktığı için mi?) ki, yedi çocuğunun tümünün Tanrı tarafından yaşamlarını 34 yaşına gelmeden (İsa Mesih’in çarmıha gerildiği yaş) alarak onu cezalandıracağını düşündü. Bu durum, yalnızca Søren ve ağabeyi Peter için geçerli değildi. Søren, ikisinin de bu yaşın ötesinde hayatta kalmasına şaşırdı. Bu, Kierkegaard’ın 34. yaş gününe kadar neden bu kadar çok yazma konusunda acele ettiğini açıklayabilir.
Kierkegaard’ın (daha sonra ayrıldığı) Regine Olsen ile nişanı da çok sayıda akademik ilginin odağı olmuştur. Genç bir kadının, genç bir adamın “şiirleştirilmesine” vesile olması teması, Kierkegaard’ın yazılarında tekrarlanır; dünyevi mutluluğun daha yüksek (dini) bir amaç uğruna feda edilmesi teması da böyledir. Kierkegaard’ın Regine’ye olan düşkünlüğü ve bunun şiirsel üretimine sağladığı süblime edilmiş cinsel enerji, yaşam yolunu belirlemede kritik öneme sahipti. Nişanın bozulması, Kierkegaard’ın dini amacına keşişçe adanmasına ve dışlanmış statüsünü (evli burjuva yaşamının dışında) oluşturmasına izin verdi. Ayrıca, onu kadınlarla yakın kişisel ilişkilerden uzak tutarak, onları ideal varlıklar olarak nesnelleştirmesine ve kilisesi ve babasının ataerkil değerlerini yeniden üretmesine yol açtı.
Çevirmen: Mustafa Erduran
Kaynak: William McDonald, Søren Kierkegaard, https://plato.stanford.edu/entries/kierkegaard/ , Erişim Tarihi: 20.05.2023