Dini Çeşitlilik Problemine Giriş – Ahmet Bozdağ

Dini Çeşitlilik Problemine Giriş – Ahmet Bozdağ

Temmuz 28, 2023 0 Yazar: felsefelog

Din felsefesinin en zorlayıcı konularından biridir dini çokluk problemini. Sorun aslında basit ve anlaşılırdır . Eğer herhangi bir dine inanıyorsanız ve inandığınız dinde ki tanrı anlayışı mutlak iyi ve yardımseverse bu reel dünya ile uyuşmayan bir problem vardır. ” Nasıl oluyor da mutlak iyi olan bir tanrının gönderdiği din insanların çoğu tarafından kabul edilmiyor hatta tanınmıyor bile ?” Amerikan araştırma şirketi Pew research center’ın dini inanç üzerine yaptığı araştırmada dünyada ki dini inançların dağılımı şu şekilde:

Hristiyanlık: %31

Müslümanlık: %25

Non-teist: %15,6

Hindu: %15,2

Budistlik: %6,6

Yerel din: %5,6

Yahudilik: %0,2

Kısaca hangi dine inanırsanız inanın özellikle klasik teizm de (hristiyanlık-yahudilik-islam)lduğu gibi mutlak iyi bir tanrıyı barındıran bir dine inanıyorsanız dünyanın çok büyük bir çoğunluğu ile farklı bir inanca sahipsiniz demek. Ve işin garip tarafı bu insanlar şuan yaşayan insanlar geçmişte yaşayan hatta sizin dininiz doğmadan önce var olan insanlar bu hesaplamaya dahil hile değil. Onları da düşününce problem daha da büyüyor zira inandığınız din insanlık tarihinde belli bir azınlığın inandığı ama içinde  insanliğa  merhametli olan sonsuz kudretli ve iyi bir tanrıyı barındıran bir din oluveriyor. Peki gerçekten hem böyle bir dini inanca sahip olmak hemde bu tip bir tanrı anlayışına sahip olmak çelişki mi ? Din felsefesinde bu soruna ne tip yaklasimlar olmuş ?

İçinde din felsefesine dair bir çok makale bulunan Paul Copan ve Chad Meister’in derlediği Din felsefesi adlı kitap da konuyla ilgili makalede Jozeph Runzo din ve hakikat ile ilgili iddiaları 6 başlık altında inceliyor. Bizede yardımcı olması ve giris olması açısından o 6’lı listeyi şu şekilde tanımlayabiliriz:

1)dine karşı antipati

2)dini öznelcilik

3)dinsel dıslayıcılık

4)dini çoğulculuk

5)dini kapsayıcılık

6)dini henofideizm

İlk iddia adından çağrıştırdığı gibi dine karşı non-teist duruşu temsil ediyor. Biz yazımızda dini inanclarin gözünden bu problemi değerlendireceğimiz için bu görüş üzerinde durmayacağız.

İkinci iddia ise dinin öznel bakış açısı ile doğru olduğunu yani her insana göre öznel bir din anlayışı olabileceğini savunuyor. Aslında bu görüş biraz uzaktan yakından Wittgenstein dil oyunları teorisini bize hatırlatıyor ancak konumuz din dili olmadığı için bu görüşe yer yer üstü kapalı atıf da bulunsak da yined e yazımızın ana konularından olmayacak.

Altıncı görüş ise içinde bulunduğu kelimeden hareketle anlayacağımız üzere dine karşı fideist (imancı) bir duruşu sergiliyor. Bu iddia dinin epistemik bir rasyonel yönden çok iradevi ve tutkusal bir yönü olduğunu ve dini çeşitlilik gibi problemlerin çözümünün bu tip tartışmalar ile değil inanç iradesi ile çözüleceğini savunuyor. Ancak bizim bu yazıdaki amacımız felsefesi bir bakış açısı olacağını için ve konumuz dini epistemoloji olmadığı için bu görüş üzerinde de durmayacağız.

Geriye kalan dini dıslayıcılık, kapsayıcılık ve dini çoğulculuk görüşleri ise bizim değerlendireceğimiz ana konular olacak.

1)Dini dıslayıcılık

Kavranmasını en kolay ve anlaşılır olan görüş bu olsa gerek. Zira tarih boyunca dini inanç sahibi kimseler tarafından ve bu inançları yorumlayan din adamları tarafından benimsenen görüş bu olmuştur.  Dini dıslayıcılık temel de şunu savunur :

“Tek bir din/mezhep doğrudur ve kurtuluşa erdirecek olan tek bilgi ve davranışlar bu din/mezhepten geçer kalan inançlar ise batıl yanlış ve ya eksiktir.”

Dini dıslayıcılık bu görüş ile şunu demektedir ontolojik olarak yani gerçeklik olarak bir dinin ifadesi doğrudur. Aynı şekilde epistemik olarak yani kurtuluşa erdirmesi açısından yine tek bir din tekele sahiptir. Dünya dinleri biraz incelediğimizde bu görüşün çokça benimsendiği görmekte zorlanmayacagız.

Örneğin hristiyanlik’da özellikle Karl Barth ile temsil edilen ve “kilise dışında kurtuluş yoktur” “kuruluş ancak İsa’ya imandan geçer ” gibi görüşler hristiyanlık’da dini dıslayıcılık  görüşünü bize gösterir. Aynı şekilde İslam’da kurtuluşu ermenin ancak Allah’ın rızası kazanmakla bununda Allah ve peygambere itaat ile mümkün olması bu yüzden Kur’an’a ve sünnete sıkıca bağlanılması yönünde ki ayetler ve hadisler bize hristiyanlik’ta olduğu gibi İslam’da da dini dıslayıcılık görüşünün baskın olduğu gösterir. Bu iki büyük dinde olduğu gibi diğer dinlerde de kendi dinlerinin biricikliğini anlatan savunan görüşlere rastlamak mümkündür. Bazı önde gelen filozoflar Griffiths gibi  bu görüşün aslında doğal bir sonuç olduğu zira dini iddialarin doğal olarak kendisi dışında her hangi bir din temelli ontolojik doğruya yer vermeyeceğini söyler.

Kısaca söylenmek istenen şudur bir tartışmanın tarafları hangi taraf da olursa olsun bir taraf da oldukları andan itibaren diğer tarafları yanlış kabul ederler. Dini iddialarda yapıları gereği bir tartışmanın tarafın da olduğu için diğer iddiaları reddedeceklerinden dini dıslayıcılık aslında doğal bir sonuçtur.

1.1)Dini dıslayıcılığa İtirazlar

Bu görüşe ilk ve en önemli itiraz yazının giriş kısmında da değindiğimiz gibi nasıl oluyorsa mükemmel iyi bir tanrı biricik bir kurtuluş yolu seçiyor ve milyarlarca insan ya bundan haberi olmuyor ya da bu kurtuluşa ermiyor.  Diğer yandan bu görüşü savunanlara karşı kibirli ve bencil  olmak gibi bir suçlama da var . Zira bu insanlar diğer tüm dinleri yanlış saymakla kalmıyor aynı zamanda tanrının sadece kendilerini kurtaracağını yönünde bir inanca sahip oluyorlar.

Sözgelimi hayatı boyunca mükemmel ahlaklı bir yaşam süren bir insan kendi dinlerine mensup değil ise ve kendileri çok kötü bir yaşam sürseler dahi sırf bir dine inandıkları için o insan yerine kendilerinin kurtuluşa erdiğini iddia ediyorlar .

Bu görüşle ilgili bir diğer önemli sorun ise epistemik olarak herkesi inandirabileçek bir argümana sahip olmamalarına karşın halen daha kendi dinlerin epistemik biricikligi iddialarından vazgeçmemeleri.

2) Dini kapsayıcılık

Peki dinler tarihinin ve din felsefesinde kahir ekseriyetin savunduğu dini dıslayıcılık dışında baskın olan başka görüşler nelerdir ?

Burada karşımıza ilk çıkan görüş dini kapsayıcılık oluyor. Özellikle Rahnar gibi filozofların savunduğu bu  görüş dini dıslayıcılık farklı olarak her ne kadar tek bir din ontolojik olarak doğru olsa da yani gerçeklik bir dine ait olsa da kurtuluşa giden yolun zorunlu olarak bir dinden geçmesi düşünmeyi gerektirmez.

Yine özetleyecek olursak iddia sahipleri şunu demektedir:

“Tek bir din doğrudur ancak kurtuluşu giden yol birden çok din/mezhepten geçebilir”

Karl rahnar konu ile ilgili yazdığı makalede Katolik Hristiyanlık ile ilgili 4 tezden bahseder ve bunun üzerinden kapsayacı anlayışını inşa eder.

Bu 4 tez şu şekildedir :

1.tez=Hristiyanlık başka her hangi bir dine hak tanımayacak şekilde doğruluğu olan tek dindir.

2.tez=Hristiyanlık harici önceki ve sonraki dinler bazı tabiat üstü öğeler içerir ki bunlar İsa Mesih’in insanlara kurtuluş için verdiği lütuflardir.(buda diğer dinleri meşru kılabilir.)

3.tez=2. Tez’den doğan ifade ile hristyan olmayan ama Mesih’in lütufundan yaralanan insanlara “anonim hristiyan” denilebilir.bu da diğer dinelere mensup kişilerin kurtuluş yolunu açar.

4.tez=bu gibi sebepler gösterir ki dini çeşitliliğin  ve Hristiyanlık karşısında bir çok dinin devam etmesi çok doğaldır.

Rahnar inşa ettiği bu kapsayıcılık anlayışı diğer dinelere bakış açısı onları kurtuluş şansı vermesi gibi anlayışlar ile kesinlikle dini dıslayıcılıkdan ayrılıyor . Öte yandan kendi dinin deki doğruluk iddiasını koruması ile başarılı bir yapı inşa etmiş gibi duruyor .

2.1)Dini kapsayıcılığa İtirazlar

Dini kapsayıcılığa gelen ilk sert itiraz bizzati dini yapının içindedir.

“Eğer diğer dinler de insanları kurtuluşu erdiriyor ise neden insanları ontolojik olarak doğru olan dine döndürelim/davet edelim ?”

Gerçekten de dini kapsayıcıların dediği doğru ise ve doğru dinden olması bile anonim hristiyan, müslüman,hindu vb. adlandırmalar ile insanlar kurtuluşa erecekse neden insanlar doğru dine dönsün ki ?

Veya doğru din sahibi böyle bir istek için de olsun ? Hatırlıyorsanız yazının  yukarı kısmında Griffiths’in dinlerin hakikat iddiaların doğal olarak biricik olması hakkında ki savunusuna değinmiştik. Gerçekten eğer diğer dinlere karşı bir haklılık payı verilirse görüldüğü gibi dinin kendi değerini azaltmak gibi bir sonuç ortaya çıkıyor.

Hatta bu eleştiri biraz daha ileri taşınıp dinin eğer kurtuluş yolu için biriçikligi yok ise neden gerekli olduğu bile düşünülebilir !

Bazı savunurlar bu tip itirazlara doğru dinin hakikati kavramak için daha önde olduğu daha gerekli olduğu gibi cevaplar verse de şuan ki durum gösteriyor ki dini kapsayıçılık taraftarları bu ciddi itirazlara tatmin edici bir cevap inşa etmek için daha da çabalamalı. Bir başka güçlü itiraz ise her dinin bu denli kurtuluşa erdirecek ahlaki yapıda olup olmaması sorunudur. Sözgelimi müslüman oldugunuzu düşünün ve kurban ibadetinizi yerine getiryorsunuz. Öyle ki bu ibadeti yerine getirmek sizi manevi açıdan kuvvetlendirdi ve hakikata daha da yaklaştırdı. Peki ya başka bir dine sahip ve içinde insan kurban etmek olan bir dini düşünelim. Siz yine de gönül rahatlığı ile bu dinin sahiplerinin bu ibadeti yaparak hakikate daha da yaklaştığını iddia edebilir miydiniz ? Peki ya içinde çocuk yaşta evliliği emir eden ve bunu çocukları koruma olarak ibadet sayan bir dini ?? Ya da yamyanlığı kutsal gören bir dini ?? Eğer cevaplarınız hayır ise o halde siz her dine epistemik olarak kısmı ölçüde kurtuluş hakkı veriyorsunuz . Ancak kapsayıcılık başlangıçta diğer dinlere de eşit  kurtuluş hakkı tanıyor gibi görünüyordu. Kısaca kapsayıcılık sağ eli ile verdiği sol eli ile geri alıyor gibi görünüyor.

Dıslayıçılığa getirilen bir eleştiri aynı şekilde kapsayıçılık için de geçerlidir . Zira kapsayaçı her ne kadar başka dinlere kurtuluş hakkı tanısa da ontolojik olarak halen daha kendi dininin biricikliginden yanadır. Dıslayıcıya sorulan soru aynen kapsayıça yöneltilebilir:

“Bir dinin doğruluğu için herkesi ikna eden bir argumana sahip olmadan o dinin doğruluğu savunmak epistemik olarak bencilce değil mi ?”

3)Dini çoğulçuluk

Yukarda gördüğümüz tüm savunular geçmişi olan görüşlerdi. Ancak şuan göreçeğimiz görüş çok yakın zamanda yaşamış ve henüz 2012 yılında vefat etmiş filozof John Hick’in fikir babalığını taşımaktadır. John hick’in bu görüşünü iddia etmeden önce bu görüşün nasıl inşa edildiğini ve serüveni anlatmak daha yerinde olacaktır. John hick bu görüşü inşa ederken özellikle Kant’ın “numen-fenomen” ve Wittgenstei’ın ” dil oyunları” teorisini kullanır.

Bilindiği üzere Kant’ın felsefesinde numen asıl gerçek olanı fenomen ise o gerçek olanı bize görünüşü ifade eder. Wittgenstein’ın dil oyunları teorisi ise bize her dil oyunun kendi içinde anlamlı olacağını ve diğer dil oyunların bir başka oyun içersinde anlam ifade etmemesinin doğal bir sonuç olacağını ve böyle bir beklentinin ise boş olacağını söyler.

Bu görüşü anlamak için size oyunlar üzerinden bir örnek vereyim basketbolu düşünelim kendi içinde kuralı olan bir oyun. Ve bir grup insanın basketbol oynadığı hayal edin o sırada bir insan yaklaşıyor ve onlara “hey napıyorsunuz?”diye soruyor. Ve onlara topun elle oynanmaması gerektiği zira futbol da bunun kaleci hariç yasak olduğunu söylüyor. Bu insan nerede hata yapıyor? Tabiki de bir oyunun kuralları başka bir oyunda aramakda. Wittgenstein’ın teorisi de tam olarak bunu söylüyor aslında din,bilim,felsefe ve daha bir çok şey kendi içinde bir dil kuralına sahip ve onun kuralını başka bir dil kuralında aramak saçmalık!

Bir dindar “tanrım sen çok yücesin beni iyileştirdin sana şükürler olsun” dediğinde bir bilim insanı “senin bu söylediğin bir temeli yok seni iyileştiren farmakoloji (ecza/ilaç bilimi) ilmidir ” derse aslında tıpkı basketbol oynayan insanlara karışıp onların futbola göre hata yaptıklarını söyleyen insanın hatasina düşer zira din kendi içindeki dil kuralını bilime veya başka bir dil oyununa uydurmak zorunda değil !

Tabiki bu görüşe bir çok itiraz var ancak yazımızın konusundan daha da dışarı çıkmamak amaçlı bu bilgiler ile imdilik sınırlı tutuyorum. John Hick bu görüşlerden de yararlanarak hipotezini inşa eder dini dıslayıçılık ve kapsaçılıkdan farklı olarak çoğulçuluk hipotezi şöyle der :

“Hiç bir din mutlak manada doğru değildir dinler insanları ben merkezlilikden gerçek merkezliliğe ulaştıra bildikleri ölçüde doğrudur.”

Peki nedir ben merkezlilik ve gerçek merkezlilik ?

John hick’e göre ben merkezlilik bu dünyanda ki insanları bencilliği iten ahlaki olarak kötü yapan şeylerin tümü denilebilir. Söz gelimi cinayet işlemek, hırsızlık,kul hakkı yeme vb.Yine John hick’e göre gerçek merkezlilik ise bizi bu kötü ahlaki davranislardan uzaklaştıran ve bizi nihai gerçeklik ile manevi bağ kurmamızı sağlayan şeylerin bütünü denilebilir. Sözgelimi yaşlı bir insana yardım,dua etmek,doğru konuşmak vb. Yeri gelmişken John hick   nihai gerçeklik olarak söylediği şey tümüyle agnostik(bilinmezçi) bir yapıdadır. Kısaca bu gerçeklik ne tam anlamıyla dinlerde geçen bir tanrılar ne de tanrıçalardir. Ama o tıpkı o tanrılar gibi mutlak iyi olmak mutlak ahlaki olmak gibi özelliklere sahiptir. Doğrusu bu konu tek başına makalelik bir konu olduğu için bunları söylemekle yetineceğiz.

   John Hick’in ontolojik gerçeklik hakkında dıslayıçılık ve kapsaçılıkdan farklı olarak agnostik tutamda bir nihai gerçekliği koyduğunu gördük. Epistemik yapı hakkında ise John Hick daha önce dediğimiz üzere tüm dinlerin doğruluğunun ölçütü olarak gerçek merkezliliğe ulaştırması olduğunu söylemiştik. Bunu açıklamak için Hick eski bir Hint hikayesinden yararlanır. Hikaye şöyledir :

Gözleri tümüyle kapalı ve herhangi bir ses isitmeyen bir grup köylü içerde bir filin bulunduğu odaya sokulur. Ve hepsinin file dokunulması istenir ve sonra dokunduları şey ne diye sorulduğunda biri bir hortum,biri büyük bir sütun biri bir yılan olduğunu söyler. Hick’e göre dünya ki dinlerin durumu tıpkı bu hikayedeki gibidir.Zira hepsi gerçeklikten bir pay taşır tıpkı filin kuyruğuna dokunan köylünün yılan olduğu düşünmesi gibi ve ya ayağına dokümanın bir sütun olduğunu düşünmesi gibi. Bunlar doğrudur ve gerçeklik hakkında bize bilgi verir . Dünyadaki dinlerde söyledikleri itibari ile nihai gerçeklik hakkında tıpkı filin bir uzluv hakkında söylenen sözler gibi bize bilgi verir . Köylüler belki bir fil olduğunu direk söylemediler ama filim kuyruğunun bir yılana benzediğini,ayağının sütuna benzediği söylediler. Her ne kadar bunlar fil hakkında tamamen bilgi vermeselerde filin belki kısımları hakkında bilgi verdiler. Dinlerde her ne kadar nihai gerçeklik hakkında tamamen bilgi vermeseler de bizi ona götürürler yaklaştırırlar.

3.2)Dini çoğulculuk Eleştirisi

Hick getirilebilecek en temel soru muhtemelen şudur:

“Hick bizden inanılan tüm dinlerin hepsinin tam bir gerçeklik değilde gerçekliğe götüren bir yol olduğu iddiası ile çok şey istemiyor mudur?”

Hick’e göre hikayede geçtiği üzere aslında her sözün tam doğru değilde dogrulun bir yansıması olduğu gibi aslında her dinin anlattığı olaylar da doğru değil aslında bizi gerçek merkezliliğe götüren bir hikayeler bütünüdür.

Mesela İslam dini için İslam peygamberi Muhammed’in ve onun yaşadığı tüm olaylar birer gerçek değil sadece Müslüman toplumunu gerçek merkezliliğe götüren ve ahlaki olarak onları geliştiren gerçekliğe atıf da bulunan hikayelerdir. Aynı şey hristiyanlık için Mesih ve onun mucizeleri aslında Hristiyanları gerçek merkezliliğe götüren hikayeler bütünüdür. Hick tüm bunları basit bir hikaye olmasını istemekle bizden çok şey istemiyor mu ?

Öte yandan kapsayıçılığa yöneltilen soru biraz değiştirilerek çoğulçuluga uygulanabilir :

“Ahlaki olarak bir biri ile çatışan dinlerin hepsi yinede insanları gerçek merkezliliğe götürmesi açısından doğru sayılabilir mi ?”

Kurban örneğimizi hatirlicak olursak hayvan kurban eden ve insan kurban eden her iki toplumda gerçek merkezliliğe ulaşabilecek mi ? Sorusu çoğulculuğa yöneltilebilecek sorulardan . Çoğulculuk her ne kadar felsefi olarak bir çok görüşten yararlanıp tarihi olarak objektif bir yapı sunuyor gibi görünse de dini inanlar için çok şey istediği orta da olmakla birlikte bazı karşılaştığı sorunlarda yok değil .  Ancak yinede hick ve diğer dini çoğulcçular bu tip sorunlara cevap verme çabası içersindedirler.Hick’e ve diğer incelediğimiz görüşlere katılıp katılmama konusunu okurlara yazının sonunda önerdiğimiz kitapları ve makaleleri de yardımcı olarak kullanıp  karar vermeleri tavsiyesinde bulunduktan sonra din felsefesinde dini çeşitlilik sorunu ile ilgili olan ve ufak açacağını düşündüğümüz iki tartışma konusu yazarları ve görüşleri ile aktarmaya gecebiliriz.

4) Dini çoğulculuk Mümkün mü ? (John hick ve Gavin D’costa)

Gavin D’costa yazdığı 1996 yayınlı dinlerle ilgili çoğulcu bakış açısının imkansızlığı adlı makalede ilginç bir iddiada bulunur. Ona göre aslında dini çoğulçuluk denilen felsefi görüş savunulması imkansiz hatta bu görüş aslında dini dıslayıçılıgın bir başka tezahürüdür.  Bu savunusuna başlamadan önce D’costa bir itiraf da bulunur. Eskiden kendisinin de içinde bulunduğu ama sonradan kendisinin sıyrıldığı bir felsefi ortamdan bahseder. Ona göre filozoflara göre bizim de yukarıda başlıklara ayırdığımız gibi dini çeşitlilik sorununa karşı 3 temel görüş vardır. Tayfın bir ucunda dıslayıçılık dururken diğer ucunda ise çoğulçuluk durmaktadır. Ve yine neredeyse  her felsefe tartışma olduğu gibi orta yolu takip eden birde kapsayıçılık vardır.

Ancak D’costa makalesinde su 2 garip iddia bulunur:

1)Hick’in nihai gerçeklige karşı duruşu belirsizdir (hatta çelişkilidir )

2)Dini çoğulçuluk diye bir şey yoktur o dini dıslayıçılıgın farklılaşmış halidir.

İlk iddiasına göre Hick yazdığı bazı eserlerde özellikle ilk dönem eserlerinde tanrıya tıpkı hristiyan inancinda olduğu gibi kişisel özellikler yüklerden kısaca deist/teist bir bakış açısına sahipken son dönem eserlerinde nihai gerçeklik dediği şey ile tümüyle agnostik bir tutum sergiler. D’costa ya göre bu durum Hick’in bu görüşü inşa ederken aslında eski hristiyan inancından kopamadığın bir göstergesidir.

2. İddiası ise daha ses getirecek cinstendir. D’costa dini dıslayıçılığın yapısını sorgular ve vardığı sonuç şudur ki dini dıslayıcılık belirli bir ahlaki ve ontolojik gerçeklik sunar ve buna uymayan tüm hakikat iddialarını geçersiz sayar. Bu görüş tıpkı yukarda anlattığımız gibi her dinin kendisi ait doğruluk ve ahlakilik iddiasinda birinciliğini savunmasi durumudur. Peki ya dini çoğulçuluk denen görüş bundan farklı bir şey mi yapar?

D’costa ya göre hayır zira dini çoğulçuluğun da aslında kendine ait bir ontolojik gerçekliği vardır nihai gerçek dedigi şey ve yine dini çoğulçuluk da tıpkı diğer dinler gibi ahlaki bir yapıya sahiptir ben merkezlilikden gerçek merkezliliğe götürme durumu . Ve bunlara uymayan her din yanlışdır dini çoğulçuluğa göre . Mesela İslam’ın dıslayıcı savunusuna göre Allah’ın sıfatları kabul etmeyen sünnet ve Kur’an’ın ahlaki yapısı ile çelişen her iddia (Sünni İslam özelllikle ) yanlıştır.  Biraz incelediğimizde Hick’in dini çoğulçu görüşünde aynı yapıda olduğu tüm dinleri gerçeklik iddiasının yalan olduğu ve tek gerçekliğin bilinmezci bir nihai gerçek olduğunu aynı şekilde ben merkezlilikden gerçek merkezliliğe götürmeyen her ahlaki duruş ve iddianın yanlış olduğu ortadadır. Mesela çoğulculara göre nazizim, yamyanlık,terör gibi savunu sahip olanlar görüşler yanlıştır ve ya başka yanlış görülen ahlaki iddialar vardır . O halde çoğulculuk da aslında dıslayıcılık gibi kendisi ile çelişen her iddiaya yanlış diyerek bir dıslayıçılık yaparak sadece çoğulculuk adı altında bir maskenin altında saklanmıyor mu ?

4.1)Hick’in yanıtı

Hick aynı yıl içersinde D’costa ya yanıt içeren bir yazı yazar ve D’costa’nın iddialarını cevaplamaya çalışır. Hick ilk olarak şunları söyler D’costa’nın çelişki olarak lanse ettiği durum aslında bir çelişki değil Hick nihai gerçekliğin bilinmezçiliği hakkında desteklediği söylemlerdir. Hick aslında deist yapıda bir tanrı tasavvuru yapmıyordur ilk yazılarında o sadece belli yorumlarda bulunuyordur ve bunun nasıl olduğu yani nihai gerçeklik hakkında doğrudan bilgi gerektiren sorulara cevabınız ise Hick’in hatta hiç kimsenin bunu bilmiyordur olduğudur. Ona göre D’costa yazıları bağlamından koparıp farklı yorumlamaktadır . Hick kendi deyimi ile bu kafa karışıklığını ortadan kaldırdıktan sonra asıl meseleye yani dini çoğulçuluğun imkansız olduğu iddiasını değerlendirir. Ona göre D’costa kendi fikrini empoze etmek için kafa karışıklığı yaratmaya devam etmektedir. Hick her ne kadar dini cogulçulugun diğer dinleri dışladığını kabul etse de yine de şunu hatırlatır ki bu dıslayıçılık dini dıslayıçılı görüşün yaptığı gibi tümüyle tekelci bir görüş değil diğer dinlere anlam yükleyen çoğulçu bir görüştür.

   Hick D’costa’nın yapmış olduğu hatayı daha iyi anlatmak için şu örnekleri verir. Eğer D’costa’nın dediği gibi bir görüşün bir görüşü yanlış sayarak başka bir görüşü tercih etmesi  dıslayıçılık manasına geliyorsa aslında dışlayıçı olmayan hiç bir görüş yok demektir. Mesela bir insan sağ sol arasında bir tercih yaptığı zaman veya hakem faul dediği zaman veya birisi sarıyı seviyorum dediği zaman sağ ve solu faul olmayan her şeyi sarı olmayan tüm renkleri dışlamış olmaz . Daha iyi bir örnek vermek gerekirse siz 5 soruluk bir test de eğer bir şıkkı seçerseniz diğer 4 şıkkı dıslarsınız ancak başka bir 5 soruluk test de cevapların yanlış basıldığını soru ile cevapların yerinin kaydığını söylerseniz aslında o 5 sık için üstten bir yorum yapmış olursunuz. Hick de dini dıslayıcılık doğrudan dışlarken dini çoğulculuk görüşü aslında dinlere ve hakikat iddialarına karşı felsefi ve tarihi bir hipotez inşa ediyor. Hick o yüzden bu iki dışlama yanlışlama türünün birbirinin aynısı olma fikrinin büyük bir yanlış anlama olacağını düşünüyor. Bu tartışma gerçekten ilgi çekici ve taraflar için baya iddialıdır .Biz yine herhangi tarafa  haklılık rozetini verme görevini okura bıraktıkdan sonra diğer bir tartışma konusuna geçelim.

5)Plantinga’nın Dini dıslayıcılık savunusu

   Dikkatinizi çekmiş ise yazı boyunca dini dıslayıcılık filozoflar ve görüş sahipleri tarafından adeta üvey evlat muamelesi gördü.Zira sanki o en kabul edilemez görüşmüş gibi ve en ahlaki yönden sıkıntılı kibirli görüşmüş gibi durdu . Ancak ünlü Amerikan filozof Alvin Carl Plantinga hiç de bu görüşe katılmamaktadır. Ona göre dini dıslayıçılık ne epistemik ne ahlaki açıdan savunulması zor bir görüştür . Plantinga dini dıslayıçılıgı savunduğu makalesine üniversitesi deki öğrencilik yıllarını anlatarak başlar. Onun öğrenci olduğu yıllarda üniversitesinde felsefi açıdan her görüşten insan varmış. Ve bu her ne kadar güzel gibi dursa da ona göre yine de kafa karışıklığı yaratıyormuş. Plantinga dünya dinlerinin çeşitliliği ile bu durumu benzestirir. Ve savunusuna geçer .

   Plantinga sorunu ele alır. Sorun şudur a) bir kimse diğer dinlerin farkında b)diğer dinlerde gerçekten ahlaki olarak iyi olan dindarların olduğunu bilme c)ve kendi dini lehinde karşı tarafı ikna edecek tek bir delile sahip olmama durumunda  kısaca biz bu üç duruma Plantinga gibi C koşulu diyelim . Bir kimse bu C kosulu durumda kendi dininin doğru olduğunu deontolojik (ahlaki ) olarak ve epistemik olarak iddia edebilir mi ?  Plantinga’ya göre bunun cevabı evettir . Plantinga dini dıslayıcılıga karşı olan ahlaki iddiaların çözümünün aslında epistemolojik iddilari da çözdüğünü iddia eder zira aslında bu itirazlar ortak kökenlerden gelmektedir. Plantinga dıslayıcılığa karşı ahlaki iddiaların en önemli kaynağının bencillik,kibirlilik gibi kötü durumlardan geldiğini söyler. Smith,Runzo,Hick,Cobb gibi yazarlardan alıntı yaparak bu iddilarida somutlastırır. Akabinde şu soruyu cevaplamaya çalışır:

“Gerçekten de hiç bir delile sahip olmadan sadece kurtuluşun ve hakikatin  kendi dininde olduğu  düşünmek bencillik ve kibirlilik mi ?”

   Plantinga bunun böyle olmadığını düşünür. Kendisi özellikle epistemolojik bir görüş olan dıssalçılık’dan da yararlanarak bazı inançlarımızın örtük biçimde kendi kanıtlarını barındırdığı ve böylelikle bazı inancalara dışardan bir kanıt olmasa da kendi içinde onları inanabilecegimizi ima eder. Mesela dünyanın 5 saniye önce yaratılmadığı inancına bakalım bu inanç siz de büyük ihtimalle çok temeldir. Ve ben size ne teklif edersem ediyim aksi kanıt getirmedigim sürece siz bu inancınızı değiştirmesiniz. Aynı sekilde hafizanıza dayanan inançlar bunlar da sizde temeldir ve bunları değiştiremez doğrudan kanıtsız inanırsınız. Dün sabah kahvaltı yaptığınızı düşünün. Bugün onu hatırladığınız anda inanırsınız hiç bir kanıt olmadan bile !

   Peki dini inançlar niye böyle olmasın nitekim onlarda belki de kanıt gerektiren değil aksi kanıtlanana kadar masum olan inanclardır. Aslında bu görüş başlı başına anlatılması için kitaplar makaleler gerektiren bir görüştür. Ancak Plantinga’nın reform epistemoljisi için şu anahtar kavram bu yazı için çok yardımcıdır.

“Dini inançlar tıpkı temel inançlar gibi aksi kanıtlanana kadar masum olan doğrulu kabuledilebilir inançlardır.”

  Plantinga dinin ahlaki iddilarinin da yani kurtuluş için şart koştuğu iddilarida bu yapıda olabileceğini düşünür. Mesela yamyanlığı ele alalım yamyanlık pek çok insana göre ahlaki olarak yanlış bir durumdur.ve bir çok kimse bu kanıya derin bir ahlaki çözümleme sonucu veya felsefi tartışma sonucu değil temel bir inanç ile varır. Peki neden tıpkı yamyanlik da  olduğu gibi dinin iddiaları da teme sayılabilirse kanıta gerek duymadan inanılmasın ? Öte yandan sırf bu temele sahip insanlar yok diye bu inançtan vazgeçmek absürtdür. Hiç kimse yamyanlığı savunan bir kabileyi görerek kendi ahlaki görüşünden vazgeçmez o zaman neden din ve onun ahlaki iddialari tıpkı yamyanlık gibi temel bir inanç olabilirse başka dinden ve ahlaki görüşten insanlar var olduğu için kendi görüşümüzü terk edelim ki ? Burada akıla iyi de yamyanlik çoğunluk tarafından kabul görmüş çok basit bir temel inanç ama din öyle değil itirazı gelebilir. Ancak hafızanıza dayalı inançları düşünün sizden başka 4 arkadaşınızın siz hiç hafızanıza etki edici bir madde almadığınız halde geçen akşam bir futbol maçını beraber izlemediğinizi iddia etsin. Eğer sizin hafızanız da bu inanca yani o maçı beraber izlediğinize dair bir inanç varsa tek bir kişi bile olsanız başka arkadaşlarınızın sizden farklı bir inancda olsa dahi yinede inancınızı terk etmek için rasyonel bir zemininiz yok gibi görünmektedir. Öte yandan Plantinga aslında çogulçuların aslında kendi kazdıkları  kuyuya düştükleri iddia etmektedir. Zira dini dışlayıcı   kanıta sahip olmadan bir dini görüşü savunmakda hatalı ise aslında dini çoğulcu da nitekim kendi görüşü için dışardan bir kanıta sahip olmadığı ve bir yorum ve tarihi felsefi bir görüş inşaa ettiği için diğer dinlerin ontolojik iddiasına hatalı demekle kendiside kabul edilemez bir görüş oluveriyor.    Plantinga’nın bu çıkışı gerçekten ilgi çekicidir. Onun haklı olup olmaması konusunu okura bırakdıkdan sonra dini çeşitlilik problemi ile ilgili daha fazla ve ileri  okuma yapmak isteyen kimselere kaynak önerisi sunarak ve kullandığımız kaynakları yazarak yazımıza son veriyoruz.


Yazar: Ahmet Bozdağ

KAYNAKÇA

Recep Alpyağıl, Din Felsefesine Dair Okumalar -2, İz Yayınları, 2016.

John Hick, İnançların Gökkuşağı, (Çev. Mahmut Aydın), Bilge Kültür Sanat Yayınları, 2013.

Mustafa Eren, John Hick’te Dini Çoğulculuk, Otorite Yayınları, 2016.

Recep Alpyağıl , Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri, İz Yayınları, 2021.

Paul Copan ve Chad Meister ,  Din Felsefesi , (Çev.Aydın Çavdar) , Ayrıntı Yayınları , 2017.

Peterson, M., Hasker, W., Reichenbach B., ed. D. Basinger, Akıl ve İnanç, çev. Rahim Acar, Küre Yayınları, 2006.

Recep Alpyağıl , Wittgensteincı Bir Din Felsefesi Üzerine Felsefi Makaleler 1, İz Yayınları, 2020.

Cafer Sadık Yaran, Klasik ve Çağdaş Metinlerle Din Felsefesi, Etüt Yayınları, 1997.