Hatalı Akıl Yürütmelere Bir Giriş: Dawkins’in Tanrı Yanılgısı Kitabı – Alper Bilgili
Özet
“Kitabı, konuya dair ciddi bilgisi olmayan ama aptal da olmayan bir okuyucu kitlesi farz ederek yazdım”, bu söz biyolojiyi popüler hale getirmesiyle tanıdığımız Richard Dawkins’e ait Gen Bencildir kitabından. Fakat Dawkins, okuyucusu hakkındaki fikrini değiştirmiş olacak ki Tanrı Yanılgısı adlı bir diğer kitabını çeşitli mantık hatalarıyla bezemekten geri durmamış. Dawkins’in karşıt görüşleri yanlış temsil edişi, argümanlardan ziyade şahısları hedef alan tarzı kitap boyunca rastladığımız hatalarından yalnızca ikisi. Tüm bu mantık hataları ideolojik şartlanmaların hatalı akıl yürütmelere sebebiyet verebileceğini ve dünyaca ünlü bir bilim insanını dahi vasat bir propagandacıya çevirebileceğini bize gösteriyor. Bu yazımızın amacı, zayıf akıl yürütmeye örnek teşkil eden bu mantık hatalarını ortaya çıkarmak ve bunun yanı sıra ileride yapılacak daha iyi ve daha bereketli tartışmalara bir katkı sunmaktır.
Anahtar Sözcükler: Tanrı Yanılgısı, mantık hataları, kozmik çaydanlık
1. Giriş
Tanrı Yanılgısı’nın yazarı okuyucularını kendi inançlarına ikna etmede iyi-kötü ayırt etmeksizin mümkün olan her türlü aracı kullanmaktan geri durmayan bir adanmışlık sergilemektedir. Bu adanmışlığa ilişkin esas sorun kitabın konunun uzmanı olmayan popüler bir okuyucu kitlesine hitap etmesidir. Yazar kitap boyunca saman-adamlar yaratıp onları coşkuyla yıkma becerilerini göstermekten geri durmaz. Herhalde kendisi bir bilim insanı olarak ad hominemin, yani rakiplerin görüşleri yerine kişiliklerini hedef almanın, iyi argümanı safsatalardan ayırabilen okuyucuları tatmin etmek için yeterli olmayacağının farkında olmalıdır. Kitabının çeşitli mantık hatalarıyla dolu olduğunun farkında olsun ya da olmasın, Dawkinsçi argümanların eğer ciddi bilim insanları ve felsefeciler tarafından yahut alandışından eğitimli okuyucular tarafından ciddiye alınması isteniyorsa bir akıl yürütme testine tabi tutulmalısı gerekir. Bu kin dolu din karşıtlığı sorgulanmadığı müddetçe Dawkins’in fikirleri dogmatik ve aşırı olmaktan öteye geçemeyecek, yalnızca ateist müritlerinin hoşuna gidecektir. Dawkinsçi düşüncenin kusurlu akıl yürütme tarzını göz önüne serme amacı güden bu makale, Dawkins’in Tanrı Yanılgısı kitabında işlenen bazı mantık hatalarının örneklendirileceği birkaç bölümden oluşmaktadır.
2. Mantık Hataları
2.1. Kökensel mantık hatası ve ad hominem (adam karalama)
Kişi argümanın geçerliliğini değerlendirirken argümanın kökenini öne sürme yoluna giderse kökensel mantık hatasına düşmüş olur. ‘Bir inancın kaynağı zayıf ise o inanç göz ardı edilmelidir’ şeklindeki temelsiz akıl yürütme kişide güvenilir kaynağın güçlü argümanı garanti ettiği yanılgısını yaratır. Örneğin, Tanrı’nın var olmadığı görüşünün sırf saygın bir bilim insanı tarafından söylendi diye doğru olduğunu, mantıksal kanıtlara dayanan başka argümanlar getirme zahmetine katlanmadan, kabul edersek kökensel mantık hatası işlemiş oluruz. Dawkins’in okuyucuyu Einsten’ın inançsız olduğuna ikna etme çabası kökensel mantık hatasının bir örneği olarak görülebilir. Öyle ki, Einstein Tanrı’dan bahis açsa dahi Dawkins’in nazarında bunu “tamamiyle mecazi, şairane bir edayla” yapmış olmalıdır [1]. Dawkins bu noktada pozisyonunu güçlendirmek için Einstein’ın görüşlerinin Yahudilikle örtüşmediğini öne süren bir hahamdan alıntı yapmayı iyi bir fikir olarak görür [1, p.16]. Dawkins, Einstein inanıyor da olsa inanmıyor da olsa onun görüşlerinde Tanrı’nın yokluğuna dair bir destek olabileceğini düşünmekle hata etmektedir. Einstein’ın Tanrı ve/veya dine ilişkin görüşleri bir şey ifade etmez, meğerki güçlü argümanlarla desteklensin – ki bu da her halükârda bir hahamın mektuplarından alıntı yapmaktan daha sağlam bir yoldur. Dawkins’in kitabında buna benzer pek çok örnek bulmak işten bile değildir. Hawking’in de en az Einstein kadar inançsız olmasından yola çıkan diğer bir argüman [1] da net bir mesaj taşımaktadır: eğer ki bu büyük fizikçilerin Tanrı ile ilgili görüşleri bu yönde ise, biz kim oluyoruz ki onlara karşı çıkıyoruz?
Kökensel mantık hatasının bir diğer versiyonunu da Dawkins’in Templeton Ödülü kazanan bilim insanlarının argümanlarına karşı çıkışında görebiliriz. Zira Dawkins bu ödülden ve bu bilim insanlarının tarafsızlığından epey kuşku duymaktadır. Dawkins’in iddiasına göre bu bilim insanları, para ve prestij uğruna dini saiklere hizmet eden dürüstlükten uzak kişilerdir. Şüphesiz bu, kökensel mantık hatasının bir versiyonu olan ad homineme harika bir örnektir. Bu versiyonda tartışmacı rakibinin görüşlerini, onun kişiliğini karalayarak çürütmeye çalışır. Dawkins, eskiden ateşli bir ateizm savunucusu olan fakat 2004’te artık Tanrıya inandığını deklare eden Antony Flew’ü “Flew’ün bu sözde imana gelişi belki de Templeton ile ödüllendirileceğindendir” sözleriyle hedef alır. Halbuki Dawkins’i, Flew’ü Tanrı’nın varlığına götüren görüşlerin hiçbirini eleştirirken görmeyiz.
Son olarak Dawkins, çocukluk dönemimizde gelişen etkenler başta olmak üzere, Tanrı’ya inancın psikolojik etkenlerini değerlendirir. Çocukken her olayı anlamlandırmaya çabalarız, olayın bir anlamı olmasa bile durum böyledir. Ve pek çoğumuz bu eğilimi yetişkinliğimizde de taşımaya devam ederiz. Dawkins bu noktada şu çıkarımda bulunur: bu eğilimi taşıyanlarımız buraya bir sebep üzere, Tanrısal bir amacın parçası olarak geldiğimize inanır [1, p.180]. Şimdi, eğer Dawkins’in atıfta bulunduğu gibi dini inancın psikolojik kökenleri gerçekten varsa dahi, bu durum tek başına Tanrı inancını çürütmek için yeterli olamaz. Bir görüşü psikolojik etkenlere sahip olduğu için geçersiz kılamayız. Tanrı’nın insan psikolojisini yaratması ve insanları hayatlarında bir mana arayacak şekilde programlamış olmasına mantıksal açıdan bir mani yoktur. Dolayısıyla, dinin psikolojik temelleri dini inanca karşı bir argüman olarak kullanılamaz.
2.2. Alakasız başvuru mantık hatası
Tanrı Yanılgısı kitabı okuyucuyu söz konusu tartışmayla alakalı herhangi bir delil sunmaksızın ikna etmeye yönelik alakasız başvurular içerir. Örneğin Dawkins dinden arınmış bir dünyadan dem vururken okuyucusuna İkiz Kuleler saldırısını, haçlı seferlerini ve cadı avlarını hatırlatır. Tipik bir ‘Duygulara Başvurma’ [appeal to pity] safsatası örneği. Dawkins okuyucusunu, dinler yüzünden öldüğünü varsaydığı insanlara acındırtmaya çalışır. Bu sığ iddiasında haklı olsaydı dahi Tanrı’nın varlığının bir yanılgı olduğu sonucunun buradan nasıl çıkabildiği bir muamma olmayı sürdürmektedir.
Duygulara başvuruyu sıkça kullanıyor olsa da Dawkins’in esas gözdesi ‘Çoğunluğa Başvuru” adı verilen bir başka mantık hatasıdır. Bu şaşırtıcıdır, zira “kendi ayakları üzerinde ufka karşı dimdik duran” [1, s.3] bir bilim insanından bir görüşün yığınlar arasındaki popülaritesine kayıtsız kalmasını beklersiniz. Yeryüzündeki ateist mevcudu ateizmi geçerli kılamaz, tıpkı inananların sayısının Tanrı’nın varlığını kanıtlayamaz oluşu gibi. Dawkins konu inananlar olduğunda ‘Çoğunluğa Başvuru’yu saldırı aracı olarak kullanmakta tereddüt etmez. Fakat ardından ateistlerin çoğunluğu söz konusu olduğunda ise çoğunluğa, kanıt niteliği varmışçasına, işaret eder. Eğitimli insanlar arasında ateizmin popülaritesinden dem vuran Dawkins, kimliğini gizleyen ateistlerin bir adım öne çıkıp birçok dini gruptan sayıca daha fazla olduklarını dünyaya göstermesinin hayalini kurduğunu yazıyor [1, s.4]. Ve ateizmin eğitimli insanlar arasındaki popülaritesinin okuyucuyu ateizmin gerçek olduğuna ikna etmeye yetmeyeceğini düşünerek bir örnek daha veriyor: ateizmin seçkin bilim insanları arasında gördüğü rağbet. Görüşünü sayılarla destekleyen Dawkins şöyle devam ediyor: “Ateistlerin bu ezici çoğunluğu Amerikan halkında neredeyse tam zıt yöndedir. Buna göre, bu insanların yüzde 90’ından fazlası bir çeşit doğaüstü varlığa inanırlar.” [1, s.100]
Dawkins böylelikle bilim insanları arasında yaygın olan bir görüşün sıradan insanlar arasında yaygın olan görüşlerden üstün olduğunu öne sürerek argümanını savunmakta ve ateizmin bilim insanları arasında gördüğü rağbetin ateizm lehine bir argüman oluşturabileceğini öne sürmektedir. Nitekim Dawkins burada da ‘Otoriteye Başvuru’ dediğimiz mantık hatasına düşer. Zira bir argüman kabul edilebilirliğini doğru ve güçlü oluşundan alır, onu kimin desteklediğinden değil. Uzmanlardan gelen argümanlara elbette kulak kabartılmalıdır, lakin Tanrı Yanılgısı’nın okuyucusu, Dawkins’in Tanrı’nın varlığı-yokluğu tartışmasında uzman -ya da en azından kendini yetiştirmiş- biri olup olmadığını bilmemektedir.
Açıktır ki Dawkins’in Einstein ve Hawking’in kişisel inançları üzerinde ısrarla duruyor olması ‘Otoriteye Başvuru’ [appeal to authority] safsatasına mükemmel bir örnek teşkil eder. Aynı safsataya Dawkins’in Amerika’nın kurucu babalarının ateist olmasına yönelik sözlerinde de rastlarız [1, s.38]. Bu sözler de kurucu babaların yazılarının analizinin, daha doğrusu o yazıların satır aralarının analizinin, bir sonucudur. Bu tip gerekçendirmeler de birer safsatadır zira bir görüş ona kimin inandığından bağımsız olarak doğru veya yanlış olabilir. Eğer ki Dawkins kurucu babaların dini inançlarının inananlarca çarpıtıldığını düşünüyorsa bunu ortaya koymakta hakkı vardır. Ancak, sözümona bu inançsızlıkları Tanrı’nın varlığı aleyhine kullanmak mantık hatası işlemek anlamına gelir.
Dawkins’in safsata koleksiyonunun bir diğer parçasını ‘Geleneğe Başvuru’ [appeal to antiquity] oluşturmaktadır. Bu noktada James Haught’ın 2000 Years of Disbelief: Famous People with the Courage to Doubt (2000 Yıllık İnançsızlık: Şüpheye Cüret Eden Ünlüler) kitabına başvuran Dawkins, Darwin öncesinde de ateist şahısların varlığından söz eder [1, s.98]. Pek çok ateistin yaptığı gibi Dawkins de inananları düzgün incelemeye tabi tutmadıkları dogmatik inançları sebebiyle kınamaktadır. Bazı inananların inanç konusunda kafa yormamalarını eleştirirken haklı da olsa Dawkins, ateizmi lehine bir argüman oluşturmak adına geleneğe başvurduğu noktada kendiyle çelişiyor. Ateizm binlerce yıllık bir maziye de sahip olsa bu bize ateizm argümanlarının geçerliliğine dair herhangi bir şey söylemiyor.
Bir diğer safsatamız ‘Sonuçla Korkutma’ [appeal to consequences]. Bu safsata, bir görüşün arzulanan ya da arzulanmayan sonuçlara götüreceği gerekçe gösterilerek kabul ya da ret edilmesi anlamına gelir. Bu tür bir akıl yürütmenin hatalı olmasının nedeni basitçe bir argümanın istenmeyen sonuçları da olsa doğru olabilecek olmasıdır. Dawkins’in bu safsataya dinlerin yok edilmesinin tüm insanlık için hayırlı olacağını iddia ederek düştüğünü görüyoruz, zira ona göre dinsel hülyalar “zaman ve mal israfından, husumet yaratmaktan” başka bir şey değildir [1, s.166]. Halbuki ateist olmak “neredeyse her zaman sağlıklı işleyen bağımsız bir zihne delalet etmesinden ötürü gurur duyulası” bir şeydir [1, s.3]. Fakat açıktır ki ateizmin ya da teizmin getireceği fayda veya zararların Tanrı’nın varlığına dair argümanlarla bir ilgisi yoktur.
2.3. Zayıf analojiler
Dawkins’in argümanlarına getirilebilecek eleştirilerden bir diğeri de kurulan zayıf analojiler olarak karşımıza çıkıyor. Analojideki uyuşmazlıkları fark etme yetisi zayıf okuyucu için bu argümanlar ikna edici görünebilir. Dawkins’in zayıf analoji safsatasına düştüğü nokta, Russell’ın kozmik çaydanlığına gönderme yaptığı satırlardadır. Farz edin ki birisi size Dünya ve Mars arasında bir yerlerde ufak bir çaydanlık olabileceğini söylüyor. Bunu ispat etmek veya çürütmek imkanınız olmadığından kozmik çaydanlığın varlığına dair agnostik bir tavır almalısınızdır. Fakat biliyoruz ki rasyonel hiçbir kimse bu çaydanlığın varlığına agnostik kalmaz, çaydanlığın var olmadığını var sayar. Bu yüzden Dawkins’in deyişiyle “pratikte çaydanlık agnostisizminden çaydanlık ateizmine [from teapot agnosticism to a-teaoptism] kayarız” [1, s.52]. Benzer şekilde, Tanrı konusunda da agnostisizmden ateizme kaymalıyız, her ne kadar felsefî olarak savunulması güç olsa da. “Hiçbirimiz hayal gücünün ürettiği milyonlarca gerçek dışı şeyi çürütme zorunluluğu hissetmeyiz” [1, s.53]. Eğer ki bir konudaki delil yetersizliğinin bir argüman için kanıt olamayacağı gerçeğini esgeçersek bu argümanı kulağa etkileyici gelebilirdi. Gündelik hayat meselelerinde bir argümanı pratik gerekçelerle tutabiliriz. Dawkins de burada bu türden bir pratik karara atıfta bulunuyor. Ancak sorun şu ki Dawkins, pratik kararları gerçeklikle karıştırıyor. Onun kozmik çaydanlığı reddetmedeki pratik kararı bize gerçeklikle ilgili bir şey söylemiyor. Mars ve Dünya arasındaki bir çaydanlık fikrinin absürtlüğüne rağmen, sezgilerimiz bizi yanıltıyor olabilir. Örnekteki birinci problem de bu. Şimdi, çaydanlık analojisinin diğer problemine değinmeden önce, agnostisizmden ateizme dönüşen Dawkinsçi eğilimi kontrol etmek adına bir alternatif örnek oluşturacağım. Düşünün ki siz uyurken telefonunuz çalıyor. Telefonun ucundaki kişi size doktor olduğunu, kızınızın eve dönüş yolunda yaklaşık bir saat kadar önce ölümcül bir kaza geçirdiğini söylüyor. Şimdi, bu durumda kalkıp hastaneyi arar ve durumu teyit mi ederdiniz yoksa işletilmediğinizden yüzde 100 emin olmadığınız için bu telefonu göz ardı edip uykunuza devam mı ederdiniz? Diğer bir deyişle, bu kaza hakkında agnostiklikten ateistliğe kayar mıydınız? Herhalde hayır. Bu örneğin göstediği şey şu, agnostisizmden ateizme kayış kararı sözkonusu durumun pratik önemine bağlıdır. Sözkonusu bir kozmik çaydanlığın varlığı ise, çaydanlık ateizmine kaymak olağandır. Fakat sözkonusu sevdiğiniz birinin hayatı ise kaza ateizmine kaymak söz konusu olmaz. Bunun pratikte aldığımız pozisyonu nasıl etkilediğini belirttiğimize göre esas soruyu soralım: iki durumun da pratik önemleri bakımından ele alırsak, Tanrı’nın varlığı konusu hangisine daha çok benziyor, sevdiğiniz birinin olası kazasına mı yoksa kozmostaki bir çaydanlığın varlığına mı? Sonsuz yaşam vaadinin genetik mirastan daha değerli olduğunu düşünürsek, elbette Tanrı’nın var veya yok olmasının sevdiğimiz birinin geçirdiği kazadan çok daha büyük implikasyonları ve sonuçları olacaktır. Ve elbette Tanrı’nın var veya yok olmasının bir kozmik çaydanlığın var ya da yok olmasıyla kıyaslanamayacak derecede farklı sonuçları vardır. Çaydanlık analojisinin üçüncü sorunu ise seçilen metaforik objedir. Russell’ın dehasını hesaba katacak olursak, bir gezegen yerine çaydanlık gibi bir obje seçmesinin arkasında bir kasıt olmalıdır. Çaydanlık insan elinden çıkma bir ürün. Dolayısıyla bir insan icadının, insanın henüz gitmeyi beceremediği bir yerde bulunamayacağı açıktır. Ancak Mars ile Dünya arasında olduğu iddia edilen bir insan icadı olmasaydı, sözgelimi bir küçük gezegen olsaydı, sezgisel olarak reddedebileceğimiz bir durum oluşamazdı. Bu tip bir durumda daha fazla veri olmadan gezegen şüpheciliğinden gezegen ateizmine geçmek aceleci bir hareket olurdu. Bu manada Tanrı’nın varlığı, Mars ve Dünya arasındaki küçük bir gezegenin varlığına benzer, insan elinden çıkma bir objenin varlığındansa. Dolayısıyla, yeniden söylemek gerekirse, kozmik çaydanlık ve Tanrı arasında kurulan bu analoji zayıf bir analojidir.
2.4. Gerçek temsilci mantık hatası
Dawkins’in başvurduğu bir diğer enteresan mantık hatası ise gerçek temsilci [no true Scotsman] mantık hatası. Bu mantık hatasında kişi argümanına gelen itirazlardan kurtulmak için argümanını revize etme yoluna gider. Böylelikle argümanını kurtarmış görünmesine karşın bu, artık yeni bir argümanı savunduğu gerçeğini değiştirmez. Dawkins bu mantık hatasına inananları anti-evrimci olarak nitelediği noktada düşmüş oluyor. Evrimi kabul eden bir mümin, Dawkins’in nezdinde gerçek bir mümin olmayacaktır zira gerçek müminler evrimi inkâr eder. Diğer bir deyişle Dawkins’e göre evrimi kabul ettiğini söyleyen bir mümin ancak yalan söylüyordur. Yani bu yeni mümin tanımının bir gereği de anti-evrimci duruştur. Dawkins bir müminin de evrimi kabul edebileceği ihtimalini göz ardı ederek kendince tanım değişikliğine gitmektedir. Keza Papa’nın evrimin gerçek olabileceğine dair verdiği demeç dürüst değildir çünkü Papa John Paul bir din adamıdır, halbuki evrim rasyonel zihin gerektiren bir teoridir [1, s. 67]. İlgili mantık hatasının önümüze çıktığı bir diğer nokta Dawkins’in gerçek bir bilim insanının (yahut felsefecinin) Tanrı inancını problemli bulması, ilgili mantık hatasının önümüze çıktığı bir diğer nokta olmaktadır. Dawkins’in iddiasına göre Flew gerçek bir mümin olamaz zira onun Tanrı’ya sözde dönüşü ileriye dönük yaptığı Templeton Ödülü hesabıyla açıklanabilir [1, s. 82]. Gerçek mümin evrime, gerçek bilim insanı/felsefeci de Tanrı’ya inanamaz. Bundan öte her argüman Dawkins nezdinde geçersiz sayılacaktır.
2.5. Korkuluk mantık hatası
Onun kaleminden çıkan tonlarcası içinden birkaç korkuluk mantık hatasını seçmek pek de kolay değil. Din(ler) hakkında neredeyse her şeyi yanlış biçimde aktaran Dawkins ateist argümanlar lehine olabilecek örnekleri alıp kullanırken, kendi misyonuna halel getirebilecek örnekleri ise göz ardı ediyor. Gelgelelim, bir korkuluğu hedef tahtasına koyan argümanlar herhangi bir şeye kanıt veya çürütme teşkil etmiyor.
Bu başlık altında ele alınabilecek örneklerden en çok tutulanı -haliyle en amiyane olanı- Dawkins’in, dini tarif ederken kendini dindar addeden mizantroplara göndermede bulunması olsa gerektir; kürtaj kliniklerine saldırıp da doktor öldüreninden [1, s.295] tutun da ateist bir yazara “yanışını keyifle izleyeceğiz” başlıklı mektup gönderenine [1, s.211] kadar geniş bir dindar insan örneklemi… Mevzubahis mektup meselesini Tanrısız ahlakın mümkünatını analiz ettiği bölümde ele alan Dawkins, bu örnekle okuyucusuna dindarların fazlasıyla kötü ruhlu olabileceğini göstermeye çalışıyor. Şüphe yok ki Stalin gibi ateistlerin ölümcül eylemlerini dile getiren bir argüman ateizme yönelik ne kadar sofistike bir çürütme teşkil ediyorsa Dawkins’in bu örnekleri de teizmi o kadar çürütüyor.
Yine de bu suçların yalnızca dindarlara yüklenemeyeceğini belirten Dawkins “dindarlar Tanrıları için ölmüş ve öldürmüşlerdir” [1, s.164] dedikten sonra hedefini değiştirerek oklarını daha çok dine yöneltiyor. Dinin insanlığa yararı nedir? Dawkins böyle bir yararın söz konusu olmadığından emin görünüyor. Ona göre din yüzünden insanlar birbirlerini öldürüyor, birbirinin parasını çalıyor [1, s.1], vakitlerini boşa harcıyor ve ritüeller üstünden birbirlerine düşmanlık güdüyorlar [1, s.166]. Üstelik Dawkins’e göre dinin herhangi bir rasyonel temeli de yok [1, s.23]. Dawkins’in bu itirazlarına yanıt vermeyi gereksiz bulanlar olabilir zira özellikle İbrahimî dinlerin hayırseverlik, insancıllık, dürüstlük, tevazu, sevgi, barış vb. hususlarda yaptığı vurgular ortadadır.
Bu Dawkins’in kasten atladığını görebileceğimiz bir diğer noktadır. Varsayalım ki Dawkins dinlere dair yaptığı tanımında haklı olsun. Eğer ki iyilik, diğergamlık, cömertlik, empati ve merhamet gibi değerler aslında yanılsamadan başka bir şey değil ise ve Dawkins’in belirttiği üzere doğal seçilim gereği gerçekte hiçbir değerleri yok ise [1, s.221], takipçilerine şiddeti teşvik eden dinler nasıl suçlanabilir? Sonuçta merhameti zorbalığa üstün kılar nedir ki? Kararı kim verecek? Çevremiz tarafından şekillendirilen bilincimiz mi? Biyolojik bir makineden ibare beynimiz mi? Kuşkusuz din ve ahlak arasındaki ilişki bu makalenin boyunu aşar büyüklükte bir tartışma konusu. Dawkins de sözümona dinler tarafından teşvik edilen etikdışı davranışlar hakkında isabetsiz yorumlar yapmazdan önce bu tip soruları sormalı ve etik kuramını daha sağlam temellere dayandırmaya çalışmalıydı.
Tanrı’nın varlığı lehindeki argümanların ikna edici olmaktan çok uzak olduğunu iddia eden Dawkins için teist argümanlar o kadar dişe dokunmuyor olmalı ki kendisi Tanrı’nın varlığını alay konusu eden ateist web sitelerine referans vermeyi tercih etmekte. Öyle ki Dawkins’in “komik” deliller sunduğunu görüyoruz. Bunlardan biri de kişinin kendi inancını temel göstererek Tanrı’nın varlığı sonucuna vardığı “katıksız irade argümanı” [argument from sheer will] dediği argüman. Sözümona bir diğer delil de “inançsızlık argümanı” [argument from nonbelief], burada da kişi insanların çoğunun Tanrı’ya inanmadığını ve bunun da Şeytan’ın isteği olduğunu söyleyerek Tanrı’nın varlığına ulaşıyor [1, s.85]. Dawkins’in uğraşmak istediği argümanlar bu cinsten olabilir ancak kendisini ciddi bir düşünür olarak kabul ettirmeye niyetli ise ciddi argümanlarla yüzleşmeye başlaması gerekir. Mesela ateizm lehine kullanmayı sevdiği antropik ilkenin ateist versiyonuna yönelik eleştirisine cevap vermekle işe başlayabilir. Daha önce hiçbir ciddi düşünür tarafından dillendirilmemiş argümanları cevaplamakla uğraşacağına Leslie’nin “idam mangası” analojisini okuyup yanıtlamaya çalışabilir. Dawkins’in bu analojiyi bildiğinden şüphem yok. Ama öyle görünüyor ki bu argümanı görmezden geliyor zira verebileceği tatmin edici bir cevabı yok. Anlaşılan saman adamlar yaratmak ve devirmek her zaman daha cazip bulunuyor.
2.5. Kaygan zemin mantık hatası
Bu safsata türüne rastladığımız durumda kişi belli bir olayın gerçekleşmesinin, zorunlu bir şekilde, istenmeyen pek çok olay tarafından takip edileceğini öne sürer ve bu nedenle istenmeyen bu olayların zararlarından kaçınmak adına ilk olayın engellenmesi gerektiğini iddia eder. Burada yatan mantık hatası olaylar arasında gerçekte var olmayan bir nedensellik var sayılmasıdır. Bu olaylar arasında zorunlu bir nedensel ilişki bulunmuyor, ilk olay diğerlerini doğurmuyor ise ilk olaydan kaçınmak için bir sebep yoktur.
Dawkins’in kitabında kaygan zemin mantık hatası mütemadiyen görülmektedir. Kendisinin en gözde örneği ise bir müminin mutedil bir din yorumunu benimsedikten sonra dahi önünde sonunda bir ekstremiste dönüşeceği iddiasıdır. Buna paralel olarak, Dawkins’e göre dini inanca duyulacak saygı bir gün Üsame bin Ladin gibi figürleri takdir etmeye varacaktır [1, s.306]. Bu oldukça yanlıştır zira kişi dindarlığı benimserken dininin ekstremist yorumlarını göz ardı edebilir. Ki Yahudi, Müslüman, Hristiyan topluluklarının ekseriyetinde gözlemlediğimiz tavır da zaten budur. Şiddet teşvik etmedikleri müddetçe dinlere ve mensuplarına saygı duymak mümkündür. Eğer Dawkins bu bağlamda tutarlılık gösterecek olursa Nazi öjeniği yaratabilme potansiyeli dolayısıyla bilimin yasaklamasını da desteklemelidir.
3. Sonuç
Bu makalede güttüğümüz amaç Dawkins’i inançları veya hedefleri sebebiyle ayıplamak değil. Meselemiz Dawkins’in kitaplarında Tanrı’nın varlığı aleyhinde rasyonel, mantıklı ve bilimsel olarak lanse ettiği argümanlarının aslında zayıf gerekçelendirilmiş ve fazla basite indirgenmiş olması ile idi. Bu zayıf argümanlar ve aceleci genellemeler eğitimli bir okuyucuyu Tanrı’nın yokluğuna ikna etmekten çok uzak görünüyor. Ayrıca denebilir ki Dawkins’in bu kitabı teistlerin sorulara verdiği cevapları analiz etmek yerine soruları tekrar tekrar sormaktan öteye gidememekte ve böylece “yaratıcıyı kim yarattı” [1, s.121] gibi arkaik sorular Dawkinsçi düşüncede yerini muhafaza etmeyi sürdürüyor.
Çevirmen: M.Talha Karataş
Kaynak: Bilgili, A. An Introduction to Logical Fallacies: Dawkins’ the God Delusion, European Journal of Science and Theology, June 2012, Vol.8, No.2, 39-46
Referanslar
[1] R. Dawkins, The God Delusion, Bantam Press, London, 2006, 18.
[2] J. Leslie, American Philosophical Quarterly, 19 (1982) 150.