Tanrı Benimle Ne Kastetmiş Olabilir? – Selman Kaplan
Danimarkalı varoluşçu filozof Soren Kierkegaard’ın, Tanrı’yı dahil ettiği anlam arayışını başlatan o muazzam sorusu,bir cevap bulmak isteyen her bireyin zihnini meşgul etmeyi başarmıştır. Kendisinden önceki sistem felsefelerini reddederek hakikatin öznelliği hakkında konuşmamız gerektiğini söyleyen Kierkegaard, manevi akıl hocası ‘Atina’nın at sineği’ Sokrates’in felsefi ebelik sanatını devam ettirerek kendisi de ‘Kopenhag’ın at sineği’ olarak tıpkı onun yaptığı gibi zamanının yaygın inançlarına meydan okumuştur.[1]Anlam bakımından insan varoluşunun tamamlanmamış bir süreç olduğunu düşünen Kierkegaard, bu noktada Tanrı’yı yardıma çağırmaktan çekinmemiştir.
Bu yazıda öncelikle Kierkegaard’ın felsefesinde var olmanın anlamını tartışacağız. Ardından ‘öznel hakikat’ kavramı çerçevesinde varoluş aşamalarını inceleyeceğiz. Felsefe yapmanın en ilkel biçimi olarak salt düşünce aktarımı yapmaktan uzak durmaya,mümkün olduğunca filozofun dünyasını yeni bir göz ile okumaya çalışacağız.
Varlığımızın bir anlamı var mı?
Yeryüzünde insandan başka varoluşu kendisi için problem olan başka bir varlık yoktur.Kendi varlığına tanıklık eden bir bilinç taşımamız bu gerçeğin sebebidir .[2] Klasik felsefenin,bireyin duygularını ve yaşadığı çatışmaları çözmede yetersiz kalan,insanı salt akılsal olarak ele alan tutumuna karşın varoluşçular;insanın evrende küçük bir parçadan çok,başlı başına bir özne olduğunu düşünür.Dolayısıyla insanın özüne,duygularına yönelmek varoluşçu felsefeyi; klasik felsefeden ayıran en önemli özelliktir.[3] Öte yandan bilimsel gelişmelerle beraber insana özel bir anlam yüklemenin zorlaştığı modern dünyada,Newton’un evrendeki mekanizmi ve determinizmi ispatlaması,sonrasında Freud’un insanın kendisine bile hükmetmekten aciz olduğunu ileri sürmesi ve nihayet Darwin’in insanın tesadüfi mutasyonlarla oluşan,hayvandan farksız sıradan bir organizma olduğunu göstermesiyle birlikte ortaya anlam ve gayeden yoksun bir insan tablosu çıkmıştır.Dolayısıyla 19. ve 20.yüzyılda Nietzsche, Sartre, Camus, Heidegger, Jaspers gibi filozoflarca savunulan varoluşçuluğun yükselişi ve insanın gerçekten de aşkın bir anlamı olmadığı,ilk başta yapılması gerekenin bu anlamsızlığın kabullenilmesi gerektiği düşüncesinin popülerleşmesi hiç de tesadüf değildir.[4] Varoluşun özden önce geldiğini,insana verili hiçbir değer ve misyon olmadığını,insanın sadece var olduğunu ve insanın bu özünü kendisinin inşa etmesi gerektiğini dile getiren Sartre ile bu noktada yolu kesişen Kierkegaard, kişinin kendi anlamını inşa etmedeki rolüne değinmek ister.Bu inşa sürecinde varlığı biricik olan insanın,yaşadıkça ve seçimler yaptıkça varoluşunu anlamlı hale getirebileceğini hatırlatır.Nitekim yazdığı önemli eserlerden birinin adının ‘Ya Ya da’ olması,seçim kavramının onun felsefesinde ne kadar önemli olduğunu gösteren bir ipucudur. Ancak Kierkegaard’a göre insan kendi varlığının anlamını unutmuştur.Kendisi olmaya tahammül edememekte,bunu tehlikeli bulmaktadır.[5]
Sürü toplumu adını verdiği 19.yüzyıl insanının kişisel kimlik duygusundan yoksun, anonim bir bilince yaslanıp tavır ve hatta duygularını bile gazetelerden ya da kitaplardan öğrenilen klişeleşmiş deyimlerle veya yarı bilimsel terimlerle ifade ettiğini söyler. Egzistans felsefesine bu eleştirilerle başlayan Kierkegaard, felsefenin ancak varoluş felsefesi olabileceğinin altını çizer.[6] Nitekim varoluşçu felsefecilerin eğildiği temel problemlerin başında varlığın anlamı sorunu gelecektir.Hakikat veya anlam söz konusu olduğunda,payımıza düşen sınırlı ve henüz belirlenmemiş bir zaman diliminde,bu anlamı ya keşfetmemiz,ya bize vahyolunmuş olanı kabul etmemiz ya da belki de onu yaratmamız gerekmektedir.Zira varoluşçu filozoflardan Jean Paul Sartre evrende bir anlam olmadığını,bu anlamın birey tarafından yaratılması gerektiğini, Albert Camus ise anlam konusunda evrenin sessiz kaldığını ifade etse de bunlara karşılık Kierkegaard; Tanrı’yı işaret ederek, bireyin seçimleriyle oluşmuş özel bir varoluş evreni sunar.
Anlamlı Bir Varoluş Nasıl Mümkün Olabilir?
Kierkegaard’ın, henüz kendisi olamamış ve muhtemelen olmak da istemeyen insanların yaşamını tanımlarken ‘sürü’ tabirini kullandığını söylemiştik.İlerde açıklanacağı gibi felsefesini üzerine kurduğu üç bireysel varoluş evresinden birinde olmayan insan,sürünün bir parçası sayılmaktadır.Bir başka deyişle,anlamsız bir varoluşa sahiptir.Birey,kendisinin farkına vardığında ise,sürüden ayrılma çabası içine girerek kimliğini oluşturmaya başlayacak ve kendisini varoluş küreleri içinde bulacaktır.[7]Artık neyin doğru neyin yanlış olduğu değil,önemli olan kişinin uğrunda hayatını yaşayacağı ve hatta gerekirse uğrunda hayatından vazgeçeceği öznel hakikatleri keşfetmektir.[8] Bireye özgü tekil hakikatler olabileceğini söyleyen Kierkegaard, kendi özelimizde inşa edebileceğimiz üç alandan bahseder.İnsanın hayatına bir anlam bulma çabasını ifade eden bu varoluş alanları veya yaşam tarzları sırasıyla estetik, etik ve dinsel varoluş alanlarıdır.
Varoluşun estetik,etik ve dinsel olmak üzere üç evrede gerçekleştirilebileceğini söyleyen Kierkegaard’a göre bu varoluş evreleri,dinamik ve değişken bir yapıya sahip olan insan için kendilik bilincine varma yolunda birer uğrak noktası olabilir.Varoluş evrelerinin her biri,bireyin kendiliğe ulaşma çabasındaki potansiyelini gösterme çabası olarak okunabilir. Kierkegaard’a göre varoluş, süreç içerisinde ortaya çıkar ve sürecin değişik aşamalardan geçtiğini söyler. Varoluş sürecinde bireyin bir evreden başka bir evreye geçmesi zorunluluk olmadığı gibi daha alt evreler üstteki herhangi bir evreye geçiş için aracılık görevi üstlenmez. Kierkegaard’ın ortaya koyduğu varoluş evreleri arasında bir uçurum vardır ve evreler arası geçiş ‘mutlak seçim’ ve ‘sıçrama’ ile mümkün olur. Her bir evre kendine has birtakım akıl ve duygu durumlarını içerir. Kierkegaard’ın yapmaya çalıştığı, hayatımızda var olan yaşam biçimlerini ortaya koymaktır. İnsan her an seçim yapabilme imkânına sahip özgür bir varlık olarak kendi kararları sonucunda üç evreden birinde olabilmektedir.[9] Dolayısıyla var olmanın üç farklı görünümünden bahsetmek yerinde olacaktır.
Estetik Varoluş Evresi / Don Juan
Kierkegaard’ın ilk olarak ele aldığı bireysel varoluş evresi estetik varoluştur.Bu evrede birey olabildiğince haz elde etme amacı dışında hiçbir anlam ve tutarlılık taşımaz.Kişinin çevresi ile kurmuş olduğu ilişki geçici zevklere ve anlık hazlara göre belirlenmektedir.Dolayısıyla o,yaşadığı toplumun bir yabancısıdır.Henüz estetik aşamada olan kişi herhangi bir tinsel kaygı ve amaç gütmez.Onun hayatında nesnel ve genel geçer bir ahlaki ölçütün ya da herhangi bir dini inancın yeri ve önemi yoktur.Bir başka ifade ile tinsel hazlarını tensel hazlarına indirgemiş kişidir.Ne var ki,insan yaşamını haz üzerine kurmak mümkün olsa da doğru değildir.Çünkü insanın,yaşamının her anında ve her alanında hazzı yaşaması mümkün olmadığı gibi,haz merkezli bir yaşamın kişiyi en yüksek iyiye erdirmesi de olanaklı değildir. Nihayetinde estetik yaşamın; insanı, Kierkegaard’ın ölümcül hastalık olarak nitelediği umutsuzluğa mahkum etmesi kaçınılmazdır.Bundan kurtulmanın yolu ise, -her ne kadar zorunlu olmasa da- bir üst aşama olan etik varoluş aşamasına geçmektir.[10] Burada hatırlatılması gereken bir nokta vardır.Estetik varoluş evresinde bulunan bireyin,bir üst evre olan etik varoluş evresine geçişi ancak bireyin kararlı seçimi ile –Kierkegaard’ın deyimiyle sıçrama ile- mümkündür.Dolayısıyla geçişler bir zorunluluk değil,bireyin kendisinin farkına vararak ulaşacağı bir aşamadır.
Ahlaki Varoluş Evresi / Sokrates
Ahlaki varoluş evresi ya da tarzında ise kişilik mutlak değer olup,kişinin kendisi olması esas hedef ya da amaçtır.Estetik kürede yaşayan bireyin dışsal faktörlere bağlı olduğu,kendisini olumsal koşullara tabi kıldığı yerde,ahlaki özne;kendine dönen,kendini bilen,kabul eden ya da olumlayan kişidir.Gerçekte ne olmayı istediğini belirleyerek,ideal benini ortaya çıkarır.Beğenisi dışında hiçbir yaşama standardı veya kuralı tanımayan estetik kişinin tam tersine,etik kişi aklın oluşturduğu davranış kurallarını tanıyıp kabul eder.Söz konusu ahlak kuralları onun hayatına form ve yapı kazandırır.Dahası bu evrede kişi,ahlaki sorumluluğun hayatına getirdiği sınırlamaları kabul eder. Kierkegaard estetik kişi ile etik kişi arasındaki farklılığı,söz konusu iki insanın cinsel davranış karşısındaki tutumlarıyla açıklamaya çalışır.Estetik kişi kendisini cinsel içgüdülerine teslim ederken,etik kişi evliliğin getirdiği yükümlülükleri insanın ortak aklının bir ifadesi olarak görür. Kierkegaard’ın bakış açısından, estetik kişiyi Don Juan temsil ederken etik kişiyi ise Sokrates temsil eder.[11]
Sonuçta hem haz üzerine kurulmuş bir yaşam biçimi olan estetik evrenin hem de evrensellik adına bireysellikten vazgeçmeyi göze alan yaşam biçimi olarak etik evrenin asıl ve esas olan dinsel yaşam biçimine geçiş için bir araç olduğunu söylemek gerekir. Etik aşamada her ne kadar evrenselliğe yapılan bir vurgu söz konusu olsa da,nihayetinde amaç bu evrenselliğin de aşıldığı bir üst aşamaya geçiştir.Başka bir ifade ile söyleyecek olursak; ilk iki evre,sonuncu evre olan dinsel varoluş evresi için bir tür hazırlık görevi görür.Kendini gerçekleştirme yolunda atılan adımların ulaştığı nihai aşama dinsel varoluş aşamasıdır.
Dinsel Varoluş Evresi / İbrahim
Etik yaşamda kendisi olmayı seçen birey, ahlaki ilkelerle evrensele uyum sağlarken, dinsel yaşam alanında bu evrenselliği de aşarak mutlak anlamda kendisini bulmaya çalışır. Dinsel varoluş tarzı, öznel varoluşun en yüksek düzeyde oluşturulduğu alandır. Kierkegaard’a göre bu evreye mutlak bir seçim -sıçrama- ile ulaşmış kişi, Tanrı’nın sesine kulak vermiştir. Başka bir deyişle; bu evrede birey, kendini ancak tanrıyla tamamlayabileceğini keşfetmiştir. Tanrı ile iletişim kurmanın rasyonel ve kavramsal bir yolu olmadığından,kişi ancak kendi varoluşuna güvenerek Tanrı’yı dinlemeye,onunla ‘bir’ olmaya çalışır. Zira ne estetik ne de etik yaşam alanı tam olarak varoluşumuzu kuşatmaktadır. Daha açık bir ifade ile, bu evrede Kierkegaard, bireyi inançlı olmaya çağırır.[12] Sonuçta dinsel varoluş evresi,bireyin tam bir inanç ile kendini bulduğu,aklın kısıtlamalarından ve kesinliğinden kurtulduğu aşamadır. Bu evrede Kierkegaard; İbrahim’in, oğlu İshak’ı kurban etmesi olayını hatırlatır.Tanrının isteği üzerine oğlu İshak’ı kurban etmeyi düşünen İbrahim,dinsel varoluş evresinin benzersiz bir örneğidir.Biraz açmak gerekirse;inanç,nihai gerçekliğe ulaşmada objektif,rasyonel ve bilişsel süreçleri devre dışı bırakarak tamamen subjektif bir yönelimi ifade eder.[13] Zira Kierkegaard, nihai gerçeklik -Tanrı- ile insanı birleştirmeyi hedefler.Çünkü birey,varoluşsal gerçeğini tamamlayabilmek için Tanrı’ya muhtaçtır.
Tanrının Kast Ettiği : Otantik Varoluş
Tanrının bizimle ne kast ettiği sorusunu soran Kierkegaard, aynı şekilde en makul cevabı vermekten geri durmamıştır.’Otantik varoluş’ kavramıyla formüle edebileceğimiz bu cevap;bireyin sosyal çevresinin egemenliği altına girmeden,sahip olduğu potansiyeli kullanmasını,bilinç yüzeyinin altındaki duygularını ve isteklerini içselleştirmesini imler.Bir başka ifade ile kendi öznel hakikatini ortaya çıkarmasını kast eder.Öznellik ile hakikatin birlikte anılması ironik bir durum gibi görünse de Kierkegaard’ın felsefesinin en ayırt edici tarafı da burada yani hakikatin öznelliğinde açığa çıkmaktadır.[14] Ona göre hakikat,nesnellik taşımaz.Dolayısıyla hakikatin görünümü herkese aynı şekilde açık değildir.Birey ancak mücadele ederek,nesneleşmeden,belirli varoluş aşamalarından geçerek dolayısıyla çaba göstererek kendi varoluş anlamına ve hakikatine uyanabilir.[15]En son aşamada Tanrı’nın yardımı söz konusu olmakla beraber dinsel varoluş evresiyle birey,kendini mutlak aklın boyunduruğundan,toplumun kuşatmışlığından ve kesinliklerinden kurtarmış, Tanrı’nın inayetine sığınmıştır. Dolayısıyla varoluşu otantikleşmiştir.
Egzistansiyalistlerin hemen hemen tamamı insanın, bir şekilde modern çağda özüne uygun bir yaşam sürdüremediği,görünüşte olan ve aldatıcı bir yapının içerisinde mahsur kalmış olduğu konusunda hemfikirdir.[16] Dolayısıyla düşünmenin faili olarak tek tek bireylerin değil toplumun iş gördüğü,özne olması gereken insanın toplumun bir nesnesi haline geldiği günümüz dünyasında otantik varoluşu gerçekleştirmenin ne denli önemli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
SONUÇ
Antik Yunan dünyasının bize miras bıraktığı ünlü ‘Kendini Bil’ özdeyişini ‘Kendini Seç’ olarak güncel hale getiren Kierkegaard, bireyi görmezden gelen felsefi sistemleri elinin tersiyle itip varoluşun ancak bireyden başlamak durumunda olduğunu söyler.Tanrıyı var sayarak kendisiyle ne kastedilmiş olabileceği hakkında kafa yorarak, fideistik bir yaklaşımla varoluşun ancak yüksek bir inanç ile tamamlanabileceğini ifade eder.Başka bir deyişle varoluşun ancak var edenin eliyle tamamlanabileceğini kasteder.Kendisiyle kastedilenin hakikat olduğunu, dolayısıyla hakikatin de öznel, subjektif yani kişiye özel olmak zorunda olduğunu belirtir.
Kierkegaard’ın Sokratesi hatırlatan yaklaşımı, bireye odaklanması nedeniyle günümüzde hala güncelliğini korumaktadır. Bir amaca ihtiyaç duyan modern insan bu amaca yalnızca seçimleri, eylemleri ve yaşama biçimiyle ulaşabilir. Dolayısıyla Kierkegaard’a göre, ne filozoflar ne de rahipler bize kim veya ne olduğumuzu veya ne yapmamız gerektiğini söyleyemez. Daha tatmin edici bir hayat yaşamak için kendimizi tanımamız;değerlerimizin, inançlarımızın, gerçeklerimizin ne olduğunu keşfetmemiz önemlidir. Kierkegaard bize mutlak, nesnel gerçekler sunmaz, bunun yerine kendimiz için öznel gerçekleri keşfetmeye, bağımsız olmaya zorlar. Samimi bir hristiyan olarak inanmanın ve bir inanç uğruna yaşamanın nihai varoluş tarzı olduğunu söylemekle kalmaz, insanın kendi varoluşunu gerçekleştirmekle yükümlü bir canlı olduğunu hatırlatır.İnancın varoluşu gerçekleştirmedeki rolüne sık sık vurgu yapan Kierkegaard, ayrıca bir kesinsizlik fikrine sahiptir. Daha açık bir ifade ile; Tanrı’nın varlığı veya yokluğundan hareketle bir felsefe kurmaya çalışmaz. Nitekim Tanrı’ya, rasyonel argümantasyonlarla ulaşmanın mümkün olmadığı kanaatindedir. Tanrıyı işe koşması yalnızca, Kierkegaard’ın inancında samimi olduğunu gösteren bir anekdot olabilir. Dahası o, Tanrı’yı ‘var’ sayar. Yokluğunu düşünmenin konusu olarak kabul etmez. Ona göre Tanrı’nın varlığı ile yokluğu üzerine söylenen her söz gereksiz ve anlamsızdır. Önemli olanın, Tanrı’nın bizimle ne kastetmiş olduğunu bilmektir.
Yazar: Selman Kaplan
Dipnotlar
[1] Lupescu,L. (2016),Is Kierkegaard Still Relevant Today?, Philosophy Now a Magazine of İdeas.
[2] Taşdelen,V. (2013).Varoluşun Anlamı Sorunu.Muhafazakar Düşünce Dergisi,9(36),131-144.
[3] Oruç, Y. (2022). Soren Kierkegaard’ta Varoluş,Kendilik Ve Hakikat,Erzurum Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(14), 59-80.
[4] Demirel,C.(2024),Ahlak Felsefesinde Tanrı Nerede?, İstanbul yay.
[5] Taşdelen,V. (2013).Varoluşun Anlamı Sorunu.Muhafazakar Düşünce Dergisi,9(36),131-144.
[6] Cevizci,A.(2022).Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a. Say yay.
[7] A.g.e
[8] Akdemir,F.(2019). Kierkegaard’ın Felsefesinde Varoluşun Aşamaları Ve İnanan Bir Varlık Olarak İnsan, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 70, Kış 2019, ss. 127-150
[9] Oruç, Y. (2022). Soren Kierkegaard’ta Varoluş,Kendilik Ve Hakikat,Erzurum Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(14), 59-80.
[10] Akdemir,F.(2019). Kierkegaard’ın Felsefesinde Varoluşun Aşamaları Ve İnanan Bir Varlık Olarak İnsan, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 70, Kış 2019, ss. 127-150
[11] Akdemir,F.(2019). Kierkegaard’ın Felsefesinde Varoluşun Aşamaları Ve İnanan Bir Varlık Olarak İnsan, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 70, Kış 2019, ss. 127-150
[12] Şahiner,M.(2017).Kierkegaard’a Göre İmanın Gereği:Bireysel Varoluş,Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7 Sayı 14.
[13] Durmaz,N.(2019).Kierkegaard Felsefesinde Hakikatin (Doğruluğun) Görünümü,Trabzon İlahiyat Dergisi, cilt 6, sayı 2 , Güz.
[14] Akdemir,F.(2019). Kierkegaard’ın Felsefesinde Varoluşun Aşamaları Ve İnanan Bir Varlık Olarak İnsan, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 70, Kış 2019, ss. 127-150
[15] Serpil,H.&Karaca,D.(2023),Kierkegaard’ın Varoluş Evreleri ve Metaverse:Dijital Dünyada “Homo Virtualis”in İçsel Arayışı,Felsefe Arkivi
[16] Analı,S. Varoluş ve Öz: Varoluşçuluk ve Modern Gerçeklik,Fihrist Kitap
Kaynakça
Akdemir, F.(2019). Kierkegaard’ın Felsefesinde Varoluşun Aşamaları Ve İnanan Bir Varlık Olarak İnsan, Felsefe Dünyası Dergisi, Sayı: 70, Kış 2019, ss. 127-150.
Analı, S. Varoluş ve Öz: Varoluşçuluk ve Modern Gerçeklik, https://fihristkitap.com/varolus-ve-oz-varolusculuk-ve-modern-gerceklik/ , Erişim Tarihi: 15.11.2024
Ateş, O. (2023).Varoluşun Onto-Teolojisi Ve Varoluşsal Tasviri.Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, sy. 20 , 33-52.
Cevizci, A. (2022). Felsefe Tarihi & Thales’ten Baudrillard’a. , Say Yayınları.
Demirel, C. (2024), Ahlak Felsefesinde Tanrı Nerede?, İstanbul Yayınları.
Durmaz, N. (2019). Kierkegaard Felsefesinde Hakikatin (Doğruluğun) Görünümü,Trabzon İlahiyat Dergisi, cilt 6, sayı 2 , Güz.
Lupescu, L. (2016), Is Kierkegaard Still Relevant Today?, Philosophy Now a Magazine of İdeas.
May, T. (2022). Anlamlı Bir Yaşam: Sessiz Bir Evrende Anlam Arayışı. (Çev.Bekir Aşçı) . İrene Yayınları
Serpil, H.& Karaca, D. (2023), Kierkegaard’ın Varoluş Evreleri ve Metaverse:Dijital Dünyada “Homo Virtualis”in İçsel Arayışı,Felsefe Arkivi-Archives of Philosophy ARCP 59 : 33–42
Şahiner, M. (2017). Kierkegaard’a Göre İmanın Gereği: Bireysel Varoluş,Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7 Sayı 14.
Oruç, Y. (2022). Soren Kierkegaard’ta Varoluş, Kendilik Ve Hakikat,Erzurum Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi(14), 59-80.
Taşdelen, V. (2013). Varoluşun Anlamı Sorunu. Muhafazakar Düşünce Dergisi,9(36),131-144.
Başarılarının devamını dilerim. Oldukça güzel bir yazı olmuş 👏