Bildiğini Okumak, Okuduğunu Bilmek – Murtaza Küçük

Bildiğini Okumak, Okuduğunu Bilmek – Murtaza Küçük

Aralık 26, 2024 0 Yazar: felsefelog

Giriş

İlk okunduğunda bir şeyin eleştirisi veya savunusunun yapıldığı izlenimi uyandıran ve şiirsel  gözüken bu başlık aslında bu iki durumdan birinin güçlü ve eleştirel bir yazısını kapsayacak.

Bir yazıyı ne için okuruz, bu soruya verilecek diğer yanıtlar da önemli ancak her şeyden önce onunla tanışmak için. Akışkanlar mekaniği vizesinde kitaptaki bir bölümü hızlıca karıştırıp okurken bile onu tanımak tasnif etmek için okuruz. Normal bir anda ise ilgimiz ve amacımız doğrultusunda olduğuna inandığımız yazıyı önce irdelemek için okumaya başlarız.

Peki bu ilgi alakamız olan konular ya vizedeki akışkanlar mekaniği sorusu veya biyoloji, fizik gibi ölçülebilir temel bilimlerle alakalı değilse? Daha da kötüsü bu konuyu bizden önce irdelemiş ve  devasa bir müktesebat (yığın) oluşturulmuşsa? Bu müktesebat hakkında çeşitli konsensuslar, ekoller oluşmuşsa ve zorunlu bir biçimde maruz bile kalıyorsanız? Okumalarınızı kendinizden  öncekilerin ekolü üzerinden devam ettirseniz, onların bakışı, algılayışı ve yorumları ile şekil  almış biçeminiz ile okuduğunuzu bilebilir misiniz, yoksa çoktan bildiğinizi okumuş musunuzdur?

Distopik gibi görünen (ve gerçekten de öyle olan) bu durum karşısında biz, bu konuya çalışmadan konsensusa boyun eğsek veya öğretilen öğretileri çalışmadan benimsesek bildiğimizi mi okumuş oluruz yoksa okuduğumuzu mu bilmiş oluruz?

Okuduğunu bilmek, az sayıda öncül-temel ifade içeren sistemler için kolaydır(Hatta bunlar için bile bazen zordur.). Bir takım diferansiyel denklem çözümleri, cebirsel işlemler veya hazır mühendislik yazılımları kullanarak istediğiniz verileri bildiklerinize uygun bir şekilde alabilirsiniz. Örneğin Newtonian bir sistemde kütle, zaman, uzunluk ve mol miktarı vb. sistemleri tanımlayarak sonsuza yakın case’i çözebilirsiniz(Newtonian skalada). Lakin her gördüğü soruda F=m*a formülünü uygulayan bir lise-lisans öğrencisi(hatta bir öğretmen); Newton’ın 1.(Cisim üzerinde net kuvvet yoksa, cisim duruyorsa durmaya hareket ediyorsa etmeye devam eder) ve 2. (F=m*dv/dt) yasalar arasında bir fark gözükmüyormuş gibi göründüğünü fark etmiş midir? Bir cismin üzerinde net kuvvet(F) oluşmazsa zaten hareketinde (dv/dt) değişim olmaz. Newton bir yasayı iki kere tekrar mı etmiştir? Bununla da yetinmeyip fark etmeden “aximota” mı demiştir?

Elbette konumuz fizik değil,[1] mevzu aslında en başından beri “farkındalık” idi. Farkında olma hali önceki yazımda da belirttiğim gibi Platon’a göre hen’i açmanın-analiz[2] etmenin önemli ögesidir. Bir şeyi diğerinden fark etmek ancak kendimizin yapabileceği bir iştir, başkasının bu fiilini ancak izleyebiliriz, ve bu durum bize sadece vesile kılınabilir. Dolayısıyla okuduğumuz yazıyı kabul etsek de etmesek de duygu beslesek de beslemesek de okuduğumuzu bilmek zorundayız. İçinde bulunup demirliklerini bile fark etmediğimiz hapishane alegorisinin nedeni de bu olsa gerek. Okuduğunu bilmek sabit bir kabul-değer üzerinden olabilecek bir şeydir mesela gramer gibi çünkü gramer sabiteleri olan ve anlam oluşturan en önemli yapımızdır. Bu hapishanenin demirleri gözükmediği için kendimizi belirli ve doğru bildiğimiz sabitler aracılığıyla anamnesis durumunda tutup okuduğumuzu bilmek istediğimizi kendimize hatırlatmalıyız. Aksi takdirde bildiğimizi okuruz.

Yanlış yorumlarımızla, savunma mekanizmalarımızla korumaya çalışılan yanlış, ancak kuru ve yararsız bir müktesebat oluşturacak ve hiçbir şeye çözüm olamayacaktır. Şunu da belirtmek isterim ki yukarıdaki ifadelerden gelenek ve birikim karşıtlığı çıkarmak da işlenilen konulara detaylı biçimde bakıldığında da görüleceği üzere anlamsızdır. Amaç Newton yasaları özelinde de olduğu gibi bildiklerimizi gerekçelendirilebilir bir zemin üzerinden oluşturup oluşturmadığımızı incelemektedir.

Bir yazı, kendini bize göstergesi(konu, sahne vb.) itibariyle ya açıkça bildiriyordur ya da gösteriyordur. Bunun haricindeki açık uçlu olmayı erek olarak belirlemiş bir yazı hakkında zaten yukarıda belirttiğim gibi yığınla müktesebat oluşmuştur. Esasen son yüzyılda felsefedeki analitik eğilimin nedeni de buna bağlanabilir diye tahmin ediyorum. Kavramların tartışılıp ortak veya açık bir duruma getirilmesi kaygısı olarak.

Yazının bu noktasına kadar kendimi soyut bir düzlem üzerinden bildiğini okumak durumunun yanlışlığını açıklamaya zorladım. Çünkü bu konu hakkında verilecek herhangi bir örnek bir kitap dolusu tartışmayı peşi sıra getirecektir. Yine de sadece iki çok önemli örneği öz bir biçimde verip yazıyı sonlandıracağım.

Bunlardan ilki Platon’un oluşturmuş olduğu iddia edilen ‘idealar teorisi’ gibi Platon’a atfedilen kuramlar veya anlayışlar ile alakalıdır. Platon’un kendisi bile böyle bir şeyi icat ettiğini bilmiyor diye düşünüyorum. Felsefe hakkında hiçbir şey yazmadığını belirten Platon’a neden bir şeylerin teorisi, ilahiyatı ve felsefesi bitmek bilmeyen bir ısrarla yüklemleniyor ve bu binlerce yıldır devam ediyor anlamış değilim. Devasa bir külliyatın oluştuğu bu alanda Almanlar, Fransızlar ve İngilizler 1800’lerden beri(daha sonra tüm akademia) hem içeriksel hem üslubu baz alan “dışsal, içsel ve stilometri” 3 ölçüt oluşturmuştur.[3]

Bu ölçülerden Dışsal ölçüt ile, Platon’un öğrencileri başta olmak üzere antik kaynaklardaki kişilerin Platon’a yapılan atıfları, aynı çağdaki kişilere göndermeleri ve birbirlerine yaptıkları referansların titizlikle incelenmiş olduğu iddia edilmektedir. Bu durum üzerinden Platon’un metafizik, epistemoloji, etik, siyaset, psikoloji ve daha birçok alandaki düşüncesinin değişimlerini analize tutmuşlardır.

Bu ölçütlerle, isabetli çıkarımlar yapılabilse de kendileri temel bir ölçü olmadığı için metine anlamsal müdahalede veya te’vilde bulunabiliyorlar. Zaten daha ölçünün tanımlanışında bile ‘birbirlerine yaptıkları referans ve gönderme’ ifadeleri eğer açıktan değil de kavramsal düzeyde olduğuna inanılan bir felsefe tarihçisi veya felsefeci tarafından yapılıyor ise ne kadar büyük bir sorun doğuracağı gözler önünde olmalıdır ki zannımca sorun doğmuş ve 2000 yaşını da aşmıştır ama gözler önüne gelmemiştir.

Diğer bir ölçüt olan diyalogların kronolojisi ve edebi tarzını belirleme ise Platon’un diyaloglarda kullandığı yazım biçemini basit diyaloglar ve sanatsal içeriği yüksek olmayan yapıtların Platon’un gençlik dönemi diyalogları olarak addedilmiştir. Platon metinleri için halihazırda gençlik, orta ve yaşlılık dönemi ayrımları çok net bir şekilde kabul edilmektedir.

Lakin tüm bu ayrımlar yapılırken ayrımı yapılan şeyin bir diyalog olduğu veya diyalog biçiminin ne tür sanatlarda kullanıldığına dair bir ayrım yapılmış mıdır? Yoksa aksine bunun bir nesir gibi ayrımlara tabii tutulduğu içinde teoriler ve felsefe yazıları içeren bir metin olarak mı görülmüştür?

Bu soruya doğru bir yanıt vermenin en güzel örneği kanımca Platon’un mektuplarıdır:

“Bu nedenle dikkat et, eğer anlattıklarımı yanlış aktarırsan ileride pişman olabilirsin. En mantıklısı anlattıklarımı yazmak değil, ezberlemektir. Hem yazılı şeyler yanlış insanların eline geçebilir. İşte bu nedenle bu konu hakkında bir şey yazmadım. Platon’un yazılı hiçbir eseri yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Platon’a ait olduğu iddia edilen eserler ise Sokrates’in gençlik dönemine ait çalışmalardır. Hoşça kal ve bu mektubu defalarca okuduktan sonra yak!”[4] Siyak-sibakı fikir alışverişi ve daha sonrasında fikirlerin sunuş biçimi olan bu metinin birkaç satır öncesinde Platon:

 “Bana güvenerek öğütlerimi dinle! Sen bundan daha iyi bir alışveriş yapamazsın, Arkhedemos bundan daha iyisini yapamaz, Tanrıların da daha hoş bulacakları başka bir alışveriş yoktur.”[4]  diyor.

Şimdi daha ilginç bir noktaya parmak basalım:

“Benim ilgilendiğim konularla ilgili olarak benden yada başka birinden bir şeyler öğrenen insanların yazdıkları konuları anladıklarını söyleyemem. Zaten benim de bu konularla ilgili yazılı bir eserim bulunmamakta. Çünkü bunu diğer bilimlerle aynı sınıfa sokamayız. Bu konular çok uzun süre boyunca üzerinde düşünüldükten sonra hakikat ruhta bir anda parıldar, sonrası da kendiliğinden gelişir. Eğer öğrenim konusu sözle ya da yazıyla ortaya konulsaydı, bunu benden daha iyi bir şekilde kimse yapamazdı, hem başarısızlık halinde hiç kimse benden daha fazla üzülemezdi. Eğer bu konuları yazmak gerektiğine ve halkın bu yolla anlayabileceğine inansaydım, hayatımı insanlara bu kadar faydalı olacak bir işle geçirmez miydim? Böylece insanları olayların özü hakkında aydınlatmış olurdum.” [6]

Eğer öğrenim konusu yazıyla ortaya konulsaydı en iyisini ben yapardım diyen Platon, neden diyalog halinde yazdığını açıktan belli ediyor aslında. Felsefeyi Aristoteles’ten beri bildiğimiz haliyle düşüncenin nesir bir dizge içinde sunulması Platon için kabul edilebilir değildir. Tecrübenin(ve hakikatin de) praktis ile doğrudan bir ilişkisi olduğuna inanan Platon, bize bir tiyatro havasında felsefeyi izletmektedir. Kanımca diyalog biçiminde yazmasının sebebi budur.[5] Şimdi okuduğumuz şey olan diyaloglarla çok uyumlu olan bu görüş yerine Platon’un bu mektubunu Platon’a atfetmemek pek mantıklı bir pozisyonda durmuyor. Ancak olan olmuş ve mantıklı izahlar yerine insanlık olarak bazı Platon mektuplarının, insanların üretip Platon’a atfettiği teoriler yüzünden mektupların ona ait olmadığı sıklıkla dile getirilmiştir. Sadece mektup örneği bile bu olgu için fazlasıyla yeterlidir ancak bu mektuplar olmasaydı bile zaten gramatiğe sadık doğru çeviriler aracılığıyla Platon’a göre felsefenin okunarak edinilecek bir şey olmadığı fiili olarak gerçekleştirilen bir bilim olduğu ortadadır. Agora’da bunu gerçekleştiren ve diyalogların önemli bir kısmının başrolünü oluşturan sofos Soktrates de bunun iyi bir göstergesi gibi gözükmektedir.

İkinci vereceğim örnek ise Kur’an’dan olacak.

Bilindiği üzere Kuran bünyesindeki 29 surenin başında çeşitli kombinasyonlarda “hurufu mukatta” yani parçalanmış, ayrılmış harfler diye isimlendirilmiş semboller bulundurmaktadır. Aslında bu örneğin açıklamasını burada bitirmek yeterlidir çünkü harf başka bir şey sembol başka bir şeydir. Harf, bir sembolün(yazı birimi) sesletimi için vardır. Yani sembolün bir sese atfedilmiş haline harf deriz. Şu anda okuduğunuz yazı, semboller ve harflerden oluşmaktadır çünkü Türkçe’de yazı aynı zamanda harflerle de eşdeğerdir lakin bu her dil için böyle değildir. Arapça da bu dillerden bir tanesidir. Antik Kuran yazıtlarını incelediğimizde de bu durumu görmekteyiz.

Dünya’nın farklı bölgelerinde bulunan Kuran el yazmaların günümüzdekilerden çok farklı olduğu konunun uzmanı olmayan birinin gözünden bile net bir şekilde anlaşılmaktadır. Hatırlatmakta fayda var ki konumuz bu farklılıklar değildir. Örneğimiz buradaki eski Kuran el yazmalarındaki işaretler hakkındadır. Buradaki el yazmaları sırasıyla MS (750-900), MS (568-645), MS (650-750) tarihlenmekte olup detaylı araştırmayı dipnotlardan edinebilirsiniz. Günümüzdeki Kuran el yazmaları ve çağdaş Kuran baskılarının yazıları (sembolleri) aynı değildir. Bu antik el yazmalarında bariz bir şekilde 15 sembol gözükmektedir:

Görünen ve kabul edilen o ki modern Arapça’da bizim Türkçe’de sesli harfler olarak nitelendirdiğimiz harfler, Kuran yazısına nokta(lar) eklenerek oluşturulmuştur. Antik Arap yazısının böyle olduğu hakkındaki tek bilgiye Kuran’dan da sahip değiliz Arabistan yarımadasındaki çok sayıda ve çeşitli yerlerdeki kaya yazıtları hala sarih bir şekilde okunabilmektedir. Tıpkı bu el yazmaları gibi şiirler, dualar ve çok sayıda kayıtları bu yazılar üzerinde görebiliyoruz. İşte birkaç örnek:

Bu kaya yazıtları ise görüldüğü üzere el yazmaları gibi 15 sembole sahiptir ve aynı biçimdedir. Bu ön bilgileri sizle paylaştıktan sonra örneği aktarabilirim. Konu, yukarıda da bahsettiğim 29 surenin başında bulunan çeşitli kombinasyonlardaki sembollerin ne anlama geldiğidir. İslam ansiklopedilerinden çeşitli tefsirlere buradan Batı veya Doğu kökenli oryantalist yaklaşımlara kadar çok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bunlar şu şekildedir:

  1. Allah ve elçisi arasında bir sır olduğu ve kimsenin bilemeyeceği. (Konsensus görüş)
  2. Sır olmadığı ancak şuan bulunamadığı.
  3. Elçinin insanların dikkatini çekmek için söylediği ünlemler. (Hey! vb.)
  4. Bulunduğu bölümün isminin kısaltması olduğu.
  5. Mucizevi numerolojik ögeler olduğu.
  6. İki bölümü birbirinden ayırdığı.

Aslında burada saydıklarımdan çok daha fazla görüş olduğunu da belirtmeliyim. Bu sembollerin Kuran’ın yazısına dahil olup olmamasından tutun bunların insanların dikkatini çekmek için söylenen anlamsız seslenmeler olduğuna kadar veya bunların Kuran’ı yazmakla görevli kimselerin isim kısaltmaları olduğuna kadar çok fazla görüş bizlere kadar ulaşmıştır. [11][12][13]

Lakin ilginç olan şudur ki konunun öznesi olan Kuran’a, bu sembollerin ne olduğu veya ne işe yaradığını sormak hiç kimsenin aklına gelmemiş gibi gözüküyor. Kuran bu 29 bölümün başında bu sembolleri yani yazı ögelerini gösterdikten sonra “الر Bunlar, mübin yazının sembolleridir.” (Yûnus Suresi 1. Ayet) (Şuarâ Sûresi 1-2. ayeti), “المر Bunlar, bu yazının sembolleridir…”(Ra’d Suresi 1. Ayet), “الر Bunlar yazının ve mubin Kuran’ın sembolleridir” (Hicr Suresi 1. Ayet) diyerek bu işaretlerin amacını açıkça belirtmiştir. Bunlar gibi çok sayıda örnek verilebileceğini de belirtmeliyim. Okuduğumuzu anlamayı tercih edersek durum şöyle olmaktadır; sizlere fontu gönüllüler [8,9] tarafından oluşturulmuş ve tıpkı antik Kuran yazılarındaki veya taş yazıtlardaki haliyle gösterdiğim sembollerin aslında Kuran’ı oluşturan yazı birimleri olduğunu anlıyoruz.

Maalesef konunun 102’si olan ‘Farklı kominasyonların amacı ne?’, 103’ü olan ‘Sembollerin sese atanması’ gibi özelliklere 101’i halletmeden geçemiyoruz hatta fark edip ayıramıyoruz.

Sonuç

Dönem fark etmeksizin araştırmacıların ve düşünürlerin kayda değer kısmı, bildiğini okuma işleminin işlenen konuyu derinleştirdiği zannında bulunarak okunan’ı ıskalamışlardır. Yukarıda ıskalanan meseleler kavraması oldukça basit, tabiri caizse konunun ‘101’i seviyesindedir. Oldukça da büyük gözüken bu iddialara eleştiriler getirilmesi de kanımca ortak bir esas-usül belirlenmesi açısından hayati önemdedir.

Hasıla; verba volant, littera scripta manet (Söz uçar, yazı kalır. ) sözü doğrudur ancak biz bildiğimizi okuduktan sonra uçan söz gibi script’in devamlılığını sürdürmesi çok da anlamlı olmayacaktır.

Okuduğumuzu bilmemiz dileğiyle.



Yazar: Murtaza Küçük


Dipnotlar
[1] Platon bağlamında “analiz etmeyi” bütünün tikel parçaları anlamında kullanmıyorum.

[2] Benzerliğin nedeni fizik ile de alakalı değil, evreni algılayışımızla alakalı.

[3] Platon Mektuplar, çvr: Furkan Akderin, önsöz

[4] Platon, Mektuplar 314c.

[5] Bu konular hakkında çok fazla meseleyi görmemize vesile olan Oğuz Haşlakoğlu hocaya derinden bir teşekkürü borç bilirim.

[6] Platon, Mektuplar 341b-d

[7] Platon, Mektuplar 341c–344c

[8] https://www.elktb.net/ 09.01.2024 tarihinde transliterasyon ve transkripsiyon bitirilmiştir.

[9] https://www.elktb.net/ 27.12.2022 tarihinde transliterasyon ve transkripsiyon bitirilmiştir.

[10] Michael Marx, “Staatsbibliothek zu Berlin: gr.2″ Zu 5956”, in: Manuscripta Coranica, published by Berlin-Brandenburgische Akademie der Wissenschaften.

[11] Th. Nöldeke, Geschichte des Qorāns (nşr. Fr. Schwally), Leipzig 1919, II, 68-78.

[12] A. Jones, “The Mystical Letters of the Qur’an”, St.I, XVI (1962), s. 5-11.

[13] M. S. Seale, “The Mysterious Letters in the Qur’an”, Akten des Vierundzwanzigsten Internationalen Orientalisten-kongresses München: 28. August bis 4. September 1957 (ed. H. Franke), Wiesbaden 1959, s. 276-279.u

[14] BazılarıMedine Eski Eserler’e teslim edilmiş veya tescil edilmiş bu taş yazıtların refere verebileceğim bir internet sitesi veya uygun bir makalesi olmadığını, amatör olarak ilgilenen insanlar tarafından yayınlandığını belirtmek isterim.


Kaynakça

Th. Nöldeke, Geschichte des Qorāns (nşr. Fr. Schwally), Leipzig 1919, II, 68-78.

A. Jones, “The Mystical Letters of the Qur’an”, St.I, XVI (1962), s. 5-11.

M. S. Seale, “The Mysterious Letters in the Qur’an”, Akten des Vierundzwanzigsten Internationalen Orientalisten-kongresses München: 28. August bis 4. September 1957 (ed. H. Franke), Wiesbaden 1959, s. 276-279.

https://www.elktb.net/ , Erişim Tarihi: 26.12.2024 , Erişim Tarihi: 26.12.2024

https://islamansiklopedisi.org.tr/huruf-i-mukattaa , Erişim Tarihi: 26.12.2024

https://saudipedia.com/article/13865/ , Erişim Tarihi: 26.12.2024