Allah İnsan Acılarına Neden, Hangi Amaçla İzin Veriyor? – Alper Bilgili
Uzun zaman önce Yunan filozof Epikuros tarafından ileri sürülen bir paradoksta şu soru sorulur: Eğer Tanrı fevkalade iyi ve kadir-i mutlak ise neden biz acı çekiyoruz? O buna iki farklı cevap sundu: Ya Tanrı fevkalade iyi değil, bu yüzden insanların acı çekmesini engellemek istemiyor yahut da Tanrı dünyadaki tüm acıları sonlandıracak kadar güçlü değil.
Başka bir deyişle, sevgi dolu ve her şeye kadir bir Tanrı, dünyada çekilen acılar ile pek uyumlu gözükmüyor.
Ancak filozoflar Epikuros’un bu paradoksuna cevap olarak ne tür çözümler buldular? Ve daha da önemlisi Müslümanlar olarak biz Kuran’da bu problemi çözecek bir anlayış veya bilgi bulabiliyor muyuz?
Acı problemi için bir çözüm Tanrı’nın mutlak iyi ve mutlak kudretli olduğu iddiasını reddetmektir. Bir teist Tanrı’nın mutlak iyi olmadığını ve bu yüzden insanların acı çekmesini engellemediğini veya mutlak iyi olduğunu ancak insanların acı çekmesi problemini çözme kapasitesine sahip olmadığını öne sürebilir.
Böyle bir Tanrı tasavvuru İbrahimî dinlerin çizdiği imajla bağdaşmaz. Yahudilikte, Hristiyanlıkta ve İslam’da Tanrı mükemmel, iyi ve mutlak güç sahibidir. Bu yüzden insanların acılarına sebep olarak Tanrı’nın iyilik veya güç yönünden sınırlı olduğunu öne sürmek İslam için bir seçenek değildir.
O halde bir Müslüman bu paradoksa nasıl cevap verebilir? İslam düşünce tarihinde farklı ekollerden -Gazali, İbn Sina, Nazzam gibi- birçok filozof bu problemi ele almışlardır. Bazıları meleklerin insanların yaratılışı hakkında Allah’a sordukları soruya atıf yapmışlardır:
Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.(2:30)
Melekler Kuran’ın başlarında Allah’a kötü davranışlarda bulunma ve diğer varlıkların acı çekmesine sebep olma potansiyeli olan varlıkların yaratılışı hakkında soru soruyorlar. Allah’ın buna cevap olarak ise sınırlı bilgiye sahip varlıkların bilemeyeceği sebepleri olduğunu söylüyor. Aslında bu, filozofların ve teologların bu acı problemini çözmeye yönelik olarak buldukları klasik cevaplardan biridir: Tanrı mutlak iyi mutlak güçlüdür, ama yine de bu sıfatlar onun dünyadaki bütün acıları durdurmasını gerektirmez.
Bu düşünceyle, Tanrı’nın, onun acılara izin vermesini ahlaki olarak haklı gösterecek bir planı olabilir. Acının varlığının Tanrı’nın dünyadaki acıları ve sıkıntıları durdurmasını önleyen belli bazı işlevleri olabilir. Mesela acı çekmek, acının olmadığı bir dünyaya göre insanın çok daha mutlu olmasını sağlayabilir.
Ancak septik teizmin ileri sürdüğü ve yukarıdaki Kuran bölümünün de tasdik ettiği gibi biz her zaman bu işlevlerin ne olduğunu kavrayabilecek kapasitede değiliz. Kuran’da karşılaştığımız olayların tam ve doğru değerlendirmesini yapmamızı engelleyen insan bilgisinin sınırlılığını belirten başka ayetler de mevcuttur:
Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(2:216)
Acı ve Özgür İrade
İslamî öğretilere göre insanoğlu gerçekliğin küçük bir kısmını kavrayabiliyor olsa da gerçekliğin tümünü algılıyormuş gibi yargılarda bulunmaya meyillidir. Musa hakkında bir kıssa(18:65-82) hem insanın sabırsızlığını hem de kesin yargılarda bulunmada büyük ölçüde insanın hata edişini örneklendirir. Bu kıssada Musa İslami gelenekte Hızır olarak bilinen ve Allah’tan aldığı özel bir ilme sahip bir adamla buluşur.
Bu ilim sayesinde Hızır, şeylerin arkasındaki gerçekliği görebiliyordu. O, bu ilmi kullanarak kötü görünen ancak aslında masum insanları korumayı ve uzun vadede onların refahını artırmayı hedefleyen eylemlerde bulundu. Ve bir kez daha bu kıssayla Müslümanlara “size pek az bilgi verilmiştir”(17:85) denilerek bu gerçek hatırlatılıyor.
Kuran, acı problemi ile sadece sınırlı insan bilgisini değil -çoğu filozofun da yaptığı gibi- insanın özgür iradesini de ilişkilendiriyor. Her ne kadar Allah insanın ahlaklı, adil ve dürüst olması için ona yol gösteriyor ve onu teşvik ediyor olsa da ayrıca onları gayri ahlaki ve acıya sebep olabilecek fiilleri de içeren tercihlerini yapmada özgür bırakıyor.
O halde dünyadaki acıların bir kısmının sebebi özgür iradenin varlığıdır. Allah insanlardan dürüst olmalarıını istemez çünkü onların başka seçeneği yoktur. O insanlardan dürüst olmalarını ister çünkü onlar öyle olmasını irade ederler. İnsanlar özgür irade olmaksızın robota benzeyen yaratıklar gibi olurlar. Kötülük ve acı bize verilen özgür irade nimetinin karşılığıdır.
Bu Kuran’daki başka bir konuyla da yakından ilişkilidir: İslam’da özgür iradenin varlığı çok mühim ve zaruridir çünkü bu dünyanın insanlar için bir imtihan olduğuna inanılır. Bu yüzden ahlaki fiilleri işlemekten başka seçeneği olmayan robot benzeri yaratıklar böyle bir amacı boşa çıkarırdı.
Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.(67:2)
Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?
(2:214)
Bu ayetler acının varlığının sadece insanların kötü fiillerinden değil hastalıklar ve doğal afetlerden de kaynaklandığını belirtiyor. Allah insanları ödüllendirmek istiyor olsa da onların bu ödülü farklı durumlarda ahlaklı, dürüst, minnettar ve sabırlı olarak kazanmalarını istiyor. Zorlukların yokluğunda dürüst kalmak çok zor bir şey değildir bu yüzden o, insanlar arasında ayırt edici bir özellik görevi görmez.
Acı-Sıkıntı Çekme Yoluyla Gelişme
Acı ve sıkıntı sadece Allah’ın insanları test etmek için kullandığı araçlar değiller. Onlar ayrıca bize gelişme fırsatı veren birer vasıtalar. “Ruh-yapma teodisesi” olarak da bilinen bu bakış açısı yakın zamanda İngiliz filozof John Hick tarafından savunuldu ve geliştirildi. “Ruh-yapma teodisesine” göre bu dünya bir cennet değil. Biz mümkün olan en iyi şekilde karakterimizi(ruhumuzu) tekamül ettirmek ve Allah’ın rızasını/sevgisini ve cennetini kazanmak için buradayız. Kuran da acının işlevi hakkında benzer bir delil getiriyor:
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.(2:155-157)
Demek ki Kuranî perspektiften acı ve sıkıntı, Allah ile insanlar arasındaki ilişkiyi onarır. Başımızdan geçen kötü olaylar bize kusurlu ve savunmasız yapımızı hatırlatır. Eğer insanlara zayıflıkları hatırlatılmasaydı hayatlarında Tanrı’ya ihtiyaçları olduğunu kolaylıkla hissedemezlerdi.
Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder.(96:6-7)
İnsanın zorluklarla karşılaştığında Tanrı’da bir sığınak aramaya yönelimli olduğunu belirten sadece Kuran değildir. Bir Yanılsamanın Geleceği’nde Sigmund Freud, insanın hassaslık ve zayıflığından dolayı Tanrı fikriyle yaratıldığını ifade etmiştir. Her ne kadar o Tanrı’ya inanmadıysa da Freud zorlukların insanın aşkın bir güç aramasını sağladığını anlamıştı.
Allah ile yarattıkları arasındaki doğru ilişkinin teşvik edilmesinde acının rolü o kadar mühimdir ki peygamberlere bile kendilerinin Rablerine ihtiyaçları hatırlatılır:
Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.(2:214)
Acı ve sıkıntılar yalnızca bizim Allah’la olan ilişkimizi düzenlemez ayrıca zor koşullar altında yaşayan diğer canlılarla ilişkilerimizin iyileştirilmesinde de yardımcı olur. Acılı deneyimler geçirmek diğer acı çekenlerle empati kurabilmemizi ve öncesinde onlar hakkında umursamaz olsak bile onlara yakınlaşmamızı sağlar.
Mesela Türkiye’de binlerce ölüme neden olan 1999 depremini ve birkaç ay sonra Atina’yı vuran daha az yıkıcı ama yine de güçlü olan bir deprem örneğini düşünün. Tarih boyunca Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler gergin olmuştur. Depremler, Yunan ve Türk sivil toplum kuruluşlarını ve hükümetlerini düşmanlıklarını bir tarafa bırakarak ortaklaşa kurtarma operasyonları düzenlemeye zorladı.
En nihayetinde depremler iki ülkede de “diğeri” algısını ciddi şekilde olumlu yönde değiştirdi.
Acının Yokluğu Durumunda Dünyanın Anlamsızlığı
Dünyada acının varlığı gariptir ki bize ahiret hakkında da bir fikir verebilir.
Eğer dünyada hiçbir acı ve sıkıntı olmasaydı veya dünyada karşılaştığımız en büyük acı bir sinek ısırığı olsaydı cehennemin nasıl bir yer olduğunu kavrayamazdık. Kuran’da bu fikri destekler gibi görünen ayetler vardır. Kuran’a göre insanlar ahireti deneyimleyince onu dünyadaki deneyimlerine benzetecektir.
İman eden ve iyi işler yapanlara, kendileri için zemininden ırmaklar akan cennetler bulunduğu müjdesini ver. Onlara cennetteki meyvelerden biri rızık olarak her sunulduğunda, “Bu daha önce de bize rızık olarak verilendir” derler. O kendilerine, benzer şekilde verilmiştir.(2:25)
Son olarak Hick’in belirttiği gibi acı ve sıkıntısız bir dünya birçok açıdan anlamsız/saçma olurdu. Böyle bir dünyada çalışmak acının olmadığı bir dünyada açlık hissedilemeyeceği için anlamsız olurdu. Ve acının olmadığı bir dünyada doğa kanunları da düzgün çalışamazdı. Mesela yerçekiminin, biri bir uçurumdan atlayarak intihar etmeye karar verse çalışmayı bırakması gerekirdi. Doğa kanunlarının sürekli değiştiği böyle bir dünyada bilim mümkün olmazdı.
Bazı Marksistler insan acılarını haklı çıkarmayı sürdürdüklerinden, sahte bilinç yarattıklarından ve sömürgeciliği dünyaya yaydıklarından dolayı İslam’ı ve diğer İbrahimî dinleri eleştirirler. Hâlbuki İslam müminlere gücü elinde tutan ve insanların acı çekmesine neden olan zalimleri hoş görmeyi öğretmez. Müminlerden güç sahiplerine boyun eğmeleri beklenmez, aksine, Tanrı mazlumun zalimin yerini almasını ister:
Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.(28:4)
Bununla birlikte Kuran’da(13:11, 30:41) Müslümanlara sosyal problemleri çözmek için sadece ilahi yardımı beklemek ve istemekten ziyade mevcut koşulları değiştirmeleri de hatırlatılıyor. Ve Kuran bu dünyadan tamamen arınmayı methetmez. Aksine Müslümanlardan hem bu dünyadan hem de sonrakinde mutluluğu aramaları istenir.(2:201)
Yani Kuran Müslümanlardan Tanrı’ya boyun eğmelerini ve hangi durumda olursa olsun ona minnettar olmalarını isterken bazı doğu dinlerinin yaptığı gibi acı çekmeyi yüceltmiyor. Ancak yine de acının varlığı için bu mümkün sebepler problemin yalnızca entelektüel yönüyle ilgilidir. Acı çekmenin güçlü duygusal bir yönü de vardır. Teistler Tanrı ile acının varlığının uyumlu olduğunu gösterebiliyor olsa da bu insanların acılarını dindirmeyecektir.
Çevirmen: Melih Demiralay
Kaynak: Alper Bilgili , Why Does Allah Allow Human Suffering? For What Purpose? , https://www.patheos.com/blogs/altmuslim/2018/09/why-does-allah-allow-human-suffering-for-what-purpose/ , Erişim Tarihi: 02.01.2023